Hikâyeci ve ressam Güner Ener, Aşık Veysel'le on iki yıl önce dostluk kurmuş, kendi deyimiyle "yolculuk etmiş, sohbetle sabahlamış, sahneye çıkmış, gülüp ağlamıştır". Aşağıdaki pasajlar Veysel üzerine hazırladığı bir yazı dizisinden alınmıştır.
Yaşayan aşıklar arasında çok sayılırdı Aşık Veysel. Onun bulunduğu sohbette herkes sözünü bilir, her şey ölçüsünde giderdi. Bu sohbetlere aydınların, klâsik batı müziği ve klâsik Türk müziği ustalar inin, gecekondu kişilerinin de katıldığı olurdu. Veysel, o yumuşak, hoşgörülü gülümseyişiyle bir insanlık ve ustalık anıtı gibi oturur, tümünü aynı ölçüde etkilerdi.
İstanbul'daki sohbetlerde, çalıp söyleme sırası Veysel'den bir önce Şemsi Yastıman'da olurdu. Şemsi ağabey kalkar, el öper, izindilerdi saz çalmak için. Sonra sazım akort ederken eklerdi: "Karatavuğun ötüşü bülbülü aşka getirirmiş derler. Hani diyeceğim şuraya geliyo, belki beni dinleriken Veysel babamız da... " Kahkahalar arasında Veysel baba karşılığı yapıştırırdi: "Ben seni horoz bilirdim, ne vakittan beri tavuk oldun?"
Sazının döşünde, kendi gibi, yaşamışlığın, çekmişliğin, görmüş geçirmiştiğin izleri vardı. Bir otobüs kazasında emektar sazı kırılınca Şemsi Yastıman hemen benzerini yapıp yolladı. Kazadan sonraki karşılaşmamızda sordum: "Baba, nasıl yeni saz? Alıştın mı?" gülümsedi: "Ben ona alıştım ya, o daha bana alışmadı, daha dilimi bilmiyo benim. "
Yöneltilen sofulara çoğunlukla bir fıkrayla, bir nükteyle karşılık verirdi. Körlüğü üstüne rahatlıkla espriler yapardı. Şemsi ağabey takılirdi: "Veysel baba yaşlanıyoeskiden bi böyük içerdi, şimdi bi güçük anca içebiliyor. Sivralan'da da her gece içiyomuşun öyle mi?" Veysel baba; "İki gözüm kör olsun içmi - yom. " derdi.
Çıkarlarının peşine düşmedi. hiç. Paraya da değer vermedi. Para ancak 18-20 kişilik ailesini ayakta tutabilmek için gerekliydi ona, ve ancak ayakta tutabilecek ölçüde. Kendisini sömürenleri kmamazdı bile. Karşısındaki dostu üsteleyecek olsa şöyle bir fıkra anlatırdı: "Konu komşusu yeni geline başlamışlar kocasını kötülemeye.. Senin kocan da pek boy fukarasıymış, üstelik şurası da çirkin, burası da diye.
"Varsın olsun, demiş, babamın evinde hiç yoktu ya. "
Yapıtlarına sahip çıkanlar da oldu. Onlara da ses etmedi. Şemsi ağabey "Komşunun boncuğunu çalan gece gece dakırur ya bunlar pek yüzsüz, güpegündüz dakınıyolar bacım." derdi. "Baba, beş yaşından beri biliyorum bu türkünün senin türkün olduğunu. Niye malına sahiplenmiyorsun?" diye karşı çıktığımda , "Bak kızım, dedi, ben zenginim, çok var bende onun çaldığından. Yoksulun biri varsın bi iki malıma sahıplansın, ne çıkar?"
Aralıksız sigara ve pipo içerdi. Birini söndürüp öbürünü yakardı. Öksürürdü yaz, kış. Bir gün dayanamadım "çok sigara içiyorsun baba dedim, bak öksürüyorsun durmadan. " O şakacı haliyle "Biliyom, bili yom, dedi, emme cigara içmekten maksat ne zatı: öksürmek. "
Başkalarının sayfalar, kitaplar boyu anlattıklarını bir cümlede özetleyiverirdi. Örneğin çok sevdiği dostu Sabahattin Eyuboğlu'nun " Sence aşk nedir Veysel?" sorusuna şu karşılığı verir: "Sevdiğine kavuşamazsan aşk olur. "
On yıl önce bir yaz günü Erdek'te kıyı boyunda dolaşıyorduk akşamüstü. Şenliklere katılmıştık. Bir yanında ben, öbür yanında köylüsü ve yaşıtı Veli dayı. Sokaklar, kıyı kahveleri tıklım tıklım. Çoğu şortlu, mayolu kişiler .Veli dayı ikide bir şaşkınlığını ve hoşnutsuzluğunu belirten "cık-cık" larla başını sallayıp duruyordu. Aşık Veysel' le ben konuşuyoruz. Bir ara Veysel patladı: "N'oluyo yahu Veli? Ne öyle damağına pesdil yapışmış gibicıklayıp duruyon?" Veli dayı yutkundu , karşılık vermedi. Ben açıklama gereğini duydum: "Veli dayı şaşıp kalıyor sokakta gezenlere, kahvedekilere. İç donu gibi bir şeylerle dolaşıyorlar da, pek fenasına gidiyor zahir.
Aşık Veysel durdu,kısa bir süre düşündü, sonra bana sordu: "Burası böyle gezmenin yeri mi?" "Eh, yeri tabii, yazlık burası, dinlenmek güneşlenmek için. " Veysel baba Veli dayıya döndü: "Bana bak Veli, dedi, çirkin yoktur yersiz vardır. Ona göre, cıklamayı kes. "
Yapısı ve yaşamıyla sağlam ve bereketli bir toprak adamıydı Aşık Veysel. Köyünü insanı,hayvanı, dağı, bayırı, otu, çiçeği, suyu ile sevdi. Yaşadığı sürece bırakmadı onları. Sınıf değiştirmeye de hiç özenmedi. Mutluluğu başka sınıfların rahatlığında, kolaylığında aramadı. Doğduğu köye, kendi sınıfına bağlı kaldı. Soylu ve yozlaşmamış olarak orada gelişmeyi gerçekleştirdi. Bereketini önce köyüne saçtı. Çorak bir bozkır köyünü elma ağaçlarıyla donattı.