Geçen ayın 18 inden 23 üne kadar Ankara’da toplanan Maarif Şûrası çalışmalarının Türk maarifi için uğurlu ve feyizli olmasını temenni ederiz.
Bizim kanaatimize göre, bu Şûranın, üzerinde durması gereken konuların başında “Millî terbiye” bulunmalıdır. Türk çocuklarına millî terbiyeyi aşılayacak olan unsurların başında tarih terbiyesi gelmektedir. Mekteplerimizde millî tarih kültürü ön plânda yer almalı, kültürümüz, medeniyetimiz ve bu medeniyetin üstün ve eksik tarafları hakkında açık bir fikir vermek, kaygularımızın başında gelmelidir.
Tarih terbiyesinden sonra bizce en önemli noktalardan biri folklorumuzdur. Folklora ait bilgi ve zevk terbiyesinin bir kısmı edebiyat derslerinde verilebilirse de bu canlı halk kültürünün bütün mahsullerini bu derslere sıkıştırmaya imkân yoktur. Bu arada, zengin bir halk musikimiz ve halk oyunlarımız vardır. Bunlar çocuğu mânen besliyecek millî damarların başında gelir. Her Türk çocuğu millî oyunlarımızı bilmeli ve millî şarkılarımızı söyliyebilmelidir. Bu bakımdan, folklor terbiyesini çocuğa verilecek his terbiyesinin unsurlarından biri olarak ele almak zorundayız. Hususiyle Türk folkloru kadar zengin, Türk folkloru kadar renkli ve ince, değerlendirmeye muhtaç bir hâzineye hemen hemen birçok milletler sahip değildir. Yarının sanatkârları bu millî mayanın içinde varlıklarını hissedecekler, musikimiz, operamız, balemiz hep bu zengin kaynaktan kendisine has millî tavrı ve yolu bulacaktır. Nesiller, yeni şeyleri taklitle almak kolaylığından ancak bu suretle kurtulacaklardır.
Folklorumuzun bu dallarını musiki ve beden terbiyesi derslerine yeni bir istikamet vermek suretiyle eklemek mümkündür.
Unutmayalım ki, bazan bir türkü, bir oyun millî terbiyeyi vermek hususunda, birçok kültür derslerinden daha önemli bir rol oynar.
Türk halkının ümmîliğinde bütün bir kütür mirasımız konuşur. Her köyde bir Nasreddin Hocanın mevcudiyeti ondaki zekâ inceligine; türküleri, oyunları ondaki duygu yüksekliğine delâlet eder.
Türk halkının ümmîlikten kurtulmasının şu faydası da olacaktır ki, onun hayatını düzenleyen sağduyu okur-yazarlar ve aydınlar kadrosunda yer alacaktır.
Dâva, zengin, geniş ve kesif meziyetleri olan bir milletin kendisini bizzat aydınlara empoze etme dâvasıdır. Biz ona kaniiz ki halkın sağduyusunu yitirmiş olan kimse, hiç bir zaman gerçek aydın olamaz. Olsa olsa, damarları kopmuş ve okuduklarının içinde bocalayan bir "kitap münevveri" olacaktır.
Zannetmiyelim ki, köy karanlıktır. Karanlıkta olan biziz. Bunu kabul etmeliyiz! Kültürümüzün hangi dalı onunla yarış edecektir. Yunusu hırkasile, Karacaoğlanı saziyle, Dadaloğlunu yayiyle bir ortaya sürdü mü arkadan bölük bölük şair oymakları sökün eder.
Dehası tükenmiş divan musikisi, rüzgârlı, sıtmalı, burcu burcu toprak, insan ve memleket kokan ve sakladığı büyülü gömleğin düğmesi henüz açılmayan türkülerle mi rekabet edecektir- Birisi başlamış bitmiş, diğeri dehalara gebe.
Okullara folklor dersleri konmasını müdafaa ederken bununla, büyüklüğe gebe bir kültürü kasdediyoruz.
Şurasını söyliyelim ki, yalnız halka vermeyi değil, halktan almayı da içine alan bir halk eğitimi dâvasını, ergeç, klişeleşmiş bir büro haline gelecek olan bir umum müdürlük kadrosu içinde düşünmek kanaatimizce yanlış olmasa bile çok eksiktir.