Sayın bilgin Abdülkadir İnan'ın Türk Dili (sayı 70) de Hanı Yağma deyiminin kökeni üzerine bir araştırma yazısı çıktı. Türk tarihinin pek eski çağlarından gelen yağma sofrası göreneğinin Potlaç'ın devamı olduğu tanıklarıyla ispatlanmıştı. Dede Korkut'ta "Salur Kazan'ın evinin yağmalanması"nı okurken bu yağma işi beni de düşündürmüş tü. Daha sonra, Dede Korkut'taki gelenekler rin bugün Anadolu'da izleri nelerdir, sorusuna dayandım. Bu sorunun cevabını günlük yaşayışta aradım. Bu arada tarih kaynaklarını da taramaya çalıştım. Sonunda, eski geleneklerin bazılarının eskisi gibi, bazılarının az çok değişik olarak yaşamakta olduğunu anladım. Bunlardan yağma ile ilgili olanına,sayın İnan'ın eski kaynaklarında bazı yenilerini de katarak bugünkü durumunu göstermeye çalışacağım.
1- Kanunî Sultan Süleymanın, şehzadeleri için yaptırdığı ünlü sünnet düğününde (M. 1530) yapılan eğenceleri "Lokman" adındaki nakkaş (ressam) "Hünernâme'" adını verdiği eserinde minyatürlerle canlandırmıştır. Her bakımdan pek değerli olan bu eser Topkapı saray hazinesinde (1524) sayıdadır. Hünernâme'nin (cilt 2, yaprak 119 b - 120 a) da iki minyatürden birisinde "Çannak yağması" görülmekte, üzerinde "Sultan Mustafa ile Sünnet olan şehzadeleri düğününde ulema ziyafetinde çanak yağması ve sair teferrüçlerdir" Yazısı vardır. Bu çanak yağması minyatüründe padişah, yanında, şehzadeleriyle saray pencere sinden seyretmektedir. Aşağıda yere konmuş yemek çanaklarını "ulema efendiler" kapış maktadırlar. Demek ki çanak yağması, bilim adamları tarafından bile bırakılamaz bir gelenektir.
2- Yeniçerilere maaşları verilirken yada başka sevinçli günlerde saray bahçesinde verilen ziyafette çanaklar kapışılırdı. Buna bazı tarih kitaplarında "çorba kapmak" deniliyor. Çorbayı kapmamak asker arasında bir başkaldırmaya işaret olduğundan merak uyandırır, istlekleri sorulurdu. Çorba kapışılınca da padişaha müjde gider, kurbanlar kesilirdi. Silâhdar tarihindeki şu not, askere çorba kaptırmamak suretiyle bir dolap çevirmeyi göstermektedir: Yeniçeri ağası Çalık Ahmet Paşa sadrazam olmak ister (1703). Edirne vakasından sonra yeni padişah İstanbul'a gelin de Ahmet Paşa sağa sola kafa tutmaya başlıyor, sadaret mührünü beklerken yeniçeriyi, ayaklandırmayı düsünüyor. Silahdar Mehmet Ağa bu konuda şöyle yazıyor: "Ve ulûfe divanında yeniçerileri tahrik edüp Çorbayı kaptırmamak ve tâ mühr-i şerif kendüye gelmedikçe def-i cemiyet etmemek fikr-î fâsidinde olduğu sem'-i hümayun-ı padişahiye ilka olurmağın." diyor ki (burada Çorbayı kaptırmamak askerin ayaklanmaya hazır olduğu anlamını taşıyor. Ulûfe (aylık) dağıtılırken asker, matba—ı amirede hazırlanan çorba, pilav ve zerdeden ibaret yemeği Ba-ı Süâde önünden koşarak kaparlar ve avluda yemeye başlarlardı. Asker çorbayı kapmazsa ve yemeği yemezse bir isteği vardır, olmazsa ayaklanacaktır, demektir.
3-Yeniçeriler, yalnız çorba kapımıyıorlar, maaşları verilirken ortaya konan para keselerini de verilen isaret üzerine kapışılarak alıp götümeleri de bir çeşit yağmadır (bu konuda daha geniş bilgi için bakınız: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtında Kapıkulu Ocakları, c:1, s:415 ve devamı).
4- Köklerinin, tarihin karanlıklarından gelen "Potlaç" olduğu sanılan bu yağma olayı için kurulan sofraya Divana-ı Lügat-ı Türk'te "kençliyü" diye ad verilmiş ve şöyle açıklanmıştır: "Bayramlarda ve hakanların düğünlerinde yağma edilmek üzere, otuz arşun yüksekliğinde minare gibi yapılmış bir sofradır." deniliyor. Demek ki XI. yüzyılda "yağma sofrası" ya da "çanak yağması" süregelmektedir. Bu törenin Karahanlılar ve Yağma boylarında görülmüş olabileceği düşünülüyor (bakınız: A. İnan'ın makalesi).
Bu yağma olayının silik te olsa Dede Korkut'taki varlığını hatırlatır bir durumda Anadolu'da bulunması gerekir. İşte bana benzer bir olayı Zile'de (Tokat'ın ilçesi) gördüm, Zile'de düğün evinde eşyalar yağma edilir. Ev sahibi karşı koyamaz. Yağma, davetlilerin hakkıdır. Geri de alınamaz. Onun için ev sahibi, ortada, kolayca götürülebilecek eşyayı daha önce kaldırır. Davetlilerden isteyenler ortada buldukları eşyayı, hatta sandalya gibi taşınması güç öteberiyi pencereden sarkıtmak suretiyle kaçırırlar. Bu kaçırma işi olaya bir çeşit yağma, kapışma rengi de verir. Bu iş daha çok gençler tarafından yapılır.
Bundan başka yine düğünlerde yemek yerken, baharda delikanlı ya da genç kızlar tarafından verilen kır yemeklerinde, son yemek ortaya gelince, bu yemekler tabağı ile kapılır ve kaçırılır. Önce davranıp kaçıranları ötekiler kovalar. Böylece ortalık karışır, kovalama ve bağrışmalarla ziyafet sona erer. Yine düğünlerde gelinin başından serpilen para, çerez gibi şeylerin kapışılması da bugün Anadolu'nun her yerinde genel bir gelenektir. Yukarıda söylenen geleneklerle yakından ilgili olarak Ankara'da şöyle bir gelenek daha var: Dünür, kız evine hediyeleri götürünce, kendisine bir hediye (mahrama) verilir. O da acele ile koynuna saklar. Fakat kendisiyle birlikte gelenler açıkıgözlük edip elinden kaparlar. O zaman o hediye kapanın olur. (Bu son olay için bakınız: Hamit Zübeyr Koşay, Türkiye Türk Düğünleri, s. 12).
5- Çumra (Konya ilçesi) köylerinde dikkati çeken iki "Kapma" olayı bugün de sürmektedir. Gelin, oğlan evine geldiği zaman kapının önünde durunca, bir tavuğu damdan kalabalık üstüne atarlar. Kalabalık tavuğu kapmapa uğraşır. Bu iş canla başla yapılır. Bazan bu yüzden çetin çarpışmalar da olur. Buna "Tavuk kapma" denir. Bu kapma işi yalnız erkekler arasında olur. Tavuk kapma zile köylerinde de vardır. Ayrıca Kırım Türkleri arasında da yapılmakta olan bu gelenek, gelin oğlan evine gelince tavuk üç kere gelinin başında dolandırılıp ondan sonra kalabalık üstüne atılırmış (Bakınız: Müstecap H. Fazıl, Dobruca ve Türkler, s. 166, Köstence 1940).
6- Yine düğünlerde yemek verildiği zaman, sofraya pilav gelince herkes elinde kaşık ile beklemektedir. İçlerinden biri haydi, deyince yağma edercesine acele ile ve telaşla kapışılarak yenir. Başka yemek yoktur (Kara sınır köyü, Çumra, Konya). Bu son durum, Burhan-ı Kaatı sözlüğünün bildirdiği "Han-ı yağma" için "Sultanların ve başka kibar ve zengin kişilerin düğünlerinde herkese yedirilen" yemeğe çok benzemektedir. Yine Kaşgarlı'nın yazdığı gibi "Bayramlarda ve hakanların düğünlerinde, yağma edilmek üzere hazırlanan sofra" ya da benzemektedir. Bunu söylerken, zamanla geleneklerin değişmelere uğrayacağı gerçeğini de hatırdan çıkarmıyoruz.
Adı ne olursa olsun, ister Han-ı yağma -ki bu deyim okumuşların yabancı dille kurdukları bir çevirmedir- ister Çanak yağması, ister çorba kapmak olsun, işin doğrusu düğünlerde, ziyafetlerde "yağma" işinin asıl olduğudur. Geçmişin varlıklı günlerinde sultanların, hanların halka verdikleri büyük şölenlerin yerini bugün daha sade törenler almıştır. Belki eskiden bu gelenek yalnız büyüklerin değil, halkın da genel bir geleneği idi, fakat siyasi birlikler büyüdükçe, masraflı olduğundan büyüklere has bir gelenek durumuna geçmiştir. Böyle olmakta birlikte yine de halk arasında daha az gösterişli ve daha silik olarak sürüp gelmiştir. Bunun gibi "pay vermek" (Bamsı Beyrek hikâyesi) geleneği de bugün yaşamaktadır.
Şu araştırma gösteriyor ki en eski gelenekler bile bugün yaşamaktadır.
Yazımızı yazdıktan sonra "Kitab-ür Ravzateyn, cilt 1, s. 6" da konumuzla ilgili, Anadolu Selçuklu Sultanı Nureddin Şehid'in ölümü dolayısiyle anlatılan şu notu buldum. Aşağıya alıyorum. Dede Korkttaki Hanın evini yağmalatması geleneğinin ne kadar eski olduğunu şu tarihi belge de ortaya koymaktadır.
"Nureddin Şehit top oynarken hastalandı ve öldü. Oğlu Melik Salihi sünnet ettirdiği bayramın ikinci günü kendi yakınlariyle top oynuna başladı. İkinci derecede subaylarndan birisi meydana gelerek, vezirlerile oynıyan Nureddine "yaşa" diye bağırdı. Son derece halim ve mütevazi olan Sultan by lâübalilikten müteessir olarak elinden çevgânını bırakıp atını sürdü, Kalede hususi ve mahrem işleri için yaptırdğı basit eve giderek hasta yattı. Bayramın dördüncü günü hınnakı sadırdan öldü. Bir gün önce kaleye gelmiş, Türk töresince şölen yapmış, güzel eşyalarını yağma ettirmişti."
Folklorcu arkadaşlarımız, kendi çevrelerinde bugün de yaşamakta olan yağma geleneği izlerini toplayıp dergimize gönderirlerse ileride yapılacak daha geniş çalışmalar için çok yararlı olur.