b) Göbek Kesme:
Çocuk doğar doğmaz, sonu ( "eşi" ) temizce yıkanır, temiz bir beze sarılır ve yere gömülür. Çocuk göbeğinin kesilmesinde şu yön dikkatle göz önünde tutulur : Evde kimin huyu iyi ise çocuğun göbeği onun ayakkabısı üstüne kesilir.
c) Göbek Düşmesi:
Göbeği düşen çocuk erkekse, göbek parçasını götürüp cami duvarının deliklerinden birine koyarlar , çocuk okumuş ve namazcı olsun diye. Kız ise evcimen olsun diye parça evin duvarından bir delik arasına konulur.
d) Çocuğa Ad Koyma Geleneği ve İnanç :
Çocuğa ilk göbek adını ebe-nine göbek keserken verir . Bu adlar çoklukla kızlar için : Ayşe, Fatma, Hatice, Gülsüm ( Gülsün) ; erkeklere : Mehmet, Mustafa, Ali, Ömer, Osman... Asıl adı sonradan evin büyükleri takarlar. Ad koymada söze gelir bir tören yoktur.
Çocuk adları üstüne köyde (bu da Şamanlıktan kalmadır ) yaygın bir inanç da vardır, buna göre : Birkaç aylık , ya da bir iki yaşındaki çocuk ölümlerinin bir nedeni de, bebeğe konulan adın "ağır" oluşudur. Örneğin , Niyazi adı büyük ve ünlü bir "Ermiş"in adı olduğu için her çocuk bu "ağır ismi" taşıyamaz, ölür gider.
"Bu inancı, Âşık Muhibbi Baba'nın oğlu Muhittin , eskilerinden dinlediğini söyleyerek, ağır isimler takılan, birkaç çocukları üst üste ölen bir aileye köyde tavsiye etmiş. Bundan sonra da aynı ailenin yeni doğan çocuklarına yeğnik (yenlik - hafif) bir isim olan Kıyafet adını takmış. Bu yeğnik adlı kız yaşamış , torunlarını , onlarında çocuklarını görmüştür."
Köyde çokça görülen Yaşar , Aslan , Tosun, Suna, Sultan, Tutya , Zöhre gibi isimler aynı inancın sonucu olsa gerek. Ağır isimler taşıyan çocukların çoğu kere ağlayan, huysuz ve hastalıklı oldukları inancı da yaygındır. Bilindiği gibi, Şaman-Türkler, çocuklarına Kaya, Dağ, gibi cansız varlıkların, kimi de zayıf hayvan adlarını takarlardı.
e) Meme Almayan Çocuklar:
"Kimi çocuk ana memesiyle boğuşur, emmez. Akan bir hark (ark) suyunun içinden hayvan kemiği arar, bulurlar. Bu kemiği ananın göğüslerine sürerler. Sonra da duvar deliklerinden birine sokarlar. Çocuk bununla meme almağa başlar. İki-canlı (gebe), eğer kurt yaraladığı için hemen kesilen bir hayvanın etini yemişse, çocuğu meme ile boğuşur, almaz. Sebebi budur. Onun için öyle hayvanın eti iki-canlıya yedirilmez. (1)"
f) Çocuğun ve Annenin "Kırklanma" sı:
Doğumun kırkıncı günü anne ve çocuk kırklanırlar, "Kırk günden bir gün çalarak 39'cu günü kırklanmak iyi sayılır."
Kırklanma yapılmadan önce anne ve çocuk için ayrı ayrı kırk tane ufak taş, yada aynı sayılarda tahıl ( buğdav ) tanesine kırkar kere "Kulhüvellah" okunup üflenir. Çocuk ve anne temizce banyo edilir. Sonra okunmus taneler, icinde bolca su olan bir kaba dökülür; ayrı ayrı çocuğun sonra annenin üstünden asırılıp kırklanır. Kullanılan "kırklama suyu", ayak basılmayan temiz bir yere dökülür.
g) Çocuk Bakımına İlişkin Önemler, Gelenek ve İnançlar:
Çocuğun büyütülmesi sırasında göz önünde tutulan önemli tedbirlerin başlıcaları aşağıdaki bölümlere dayanır.
1- Çocuk, doğduğu odadan başka bir odaya götürülürken, başı ile ayaklarının bir hizada yanlama çıkarılmasına dikkat edilir; konuşması ve yürümesi aynı zaman da olsun diye.
2- Çocuğun boyu karışla, ya da başka bir ölçü ile ölçülürse büyümesinin gecikeceğine inanılır.
3- Yerde yatan çocuğun üstünden geçilmez, geçilirse baskın olur, büyüyemez.
4- Çocuğun abdesti akşam garipliğinde dışarı dökülmez. Çocuk o vakitlerde çişe tutulmaz. Çalınacağına inanılır.
5- Çocuklar küçükken aynaya baktırılırsa şaşı olur.
6- Çocukların tırnakları erken kesilirse kısmetsiz olurlar. Tırnaklarının melekler tarafından kesileceğine inanılır. Çocuk biraz serpilince tırnakları kesilebilir. Kesimden önce çocuğun elini babasının, ya da dayısının cebine, kesesine soktururlar. Bu sırada çocuğun ne çıkaracağına, ya da ne kadar prar alacağına bakılır. Çocuk para veya değerli bir şey alırsa bol kısmetli olacağına inanılır.
7- Çocuğa nazarlık takma geleneği ve inancı da yaygındır. "Nazarlık" olarak başlıca şunlar kullanılır: "Seseyne" dedikleri (dokuz-ton) ağacının kabuklarından ufacık püsküller; "Saçına" denilen bir türlü su hayvancığının kabuğu; mavi boncuklar; "Dardağan" denilen bir çitlembik ağacı odunundan bir parça; Arabistan hurması ("Kabe hurması" deniliyor) çekirdekleri.
Nazar almaması için çocuğa "üzerlik" ("nazarlık" demektir) tütsüleri de yapılır. Bunun töresi de: üzerliğin, horoz sesinin gitmeyeceği uzak yerlerden ve gün doğmadan önce toplanması geleneğidir.
h) Çocuklarda "Eş Basması" İnancı:
Doğumdan sonraki kırk günleri birbirine karışmış çocuklara "kırkları karışmış eş" denilir. Böyle çocuklarda "eş basma"sına inanılır. Eşlerden biri ya otururken, ya da alçak bir yerde iken öteki eş çocuk, üstüne gelirse, ya da evin üst katında bir yerde çıkarılırsa altında olan "eşi"ni basmış sayılır.
Eş baskını çocuklar, vaktinde yürüyemez, normal büyüyüp gelişemezler, sıska, hastalıklı kalırlar. Eş baskınını önlemek için, düğün yığınaklarında eşlerin karşılıklı oturmaları dahi uygun görülmez. Hele biri yüksek kucakta, örneğin ayakta duran anne kucağında, öteki de oturan anne kucağında olsa, ikincisi "eş baskını" olur.
Basan "eş", basılan eşe iki el arasında altlı üstlü havada birbirlerinin üstünden geçirilerek dolandırılır. Böylelikle "eşlik" sağlanır, eş basması da önlenmiş olur.
Çocukları aynı ay içinde doğmuş iki lohusa birbiriyle karşılaşırsa, bunlar "eş basmasın" diye dikiş iğnelerini alıp vererek değiştirirler; her ikisi yan yana durup aynı zamanda bir tas içindeki sudan içerler.
Bunlar, köyün yaşanmış, görülmüş geleneklerindendir.
i) Çocuklarda "et basması" İnancı:
Çocuğun kırkı çıkmadan önce eve et getirilirse, o bebek "et baskını" olur. Bunu önlemek için, eve et girince, çocuğu hemen etin üstüne bastırmak gerekir.
Çocuk et üstüne basma sırasında bir ağırlık (üşenti) gösterirse çocuk ağırlığınca et tartılıp toprağa gömülür. Yedi gün süre ile ve her gün yedi defa çocuk gömülü et üstüne bastırılır. Böylelikle çocuk kuvvetli olur.
Et baskını çocuklar, lobut-hantal yapılı olurlar. Bunlara "torholo", zayıf çocuklara da "çombot" deniliyor.
j) Çocuğu "Ölü Basma"sı:
Cenaze geçirilirken basmasın diye çocuk yükseğe kaldırılır.
Anne, baba, ya da çocuğu kucaklayan bir başkası ölü evine gitmiş, onunla ilgilenmişse, eve dönüşünde çocuğu kundakla omuzlarına alırlar. Bu yapılmazsa çocuk "ölü baskını" olur.
k) Çocuğa Basan Başkaca Nesneler:
Çocukları, ekmek, tuz, gibi dışarıdan getirilen yüyecek nesnelerin de basacağına inanılır.
l) Vaktinde Yürümeyen Çocuklar:
1- Bu gibi çocukların topuklarına yumurta akı sürülür.
2- Sıcak tandır ekmeği bir bakır kapta terletilir, buğusu çocuğun vücuduna sürülür.
3- Bir kalburun üstüne, kıldan örtülmüş şerit (urgan) konulur, dualar okunur. Bundan sonra çocuğun ayaklarına kuvvet gelir (2).
4- Eskiden kalma bir gelenek olarak : "Baskın olup yürüyemeyen çocuklar bir "gâvur mezarı" nın üstüne bastırılırdı. Karanuk mahallede "Pirpirgil" in yanında üstüne büyük taş örtülü bir gâvur mezarı vardı, çocukları götürür üstüne bastırırlardı" (3)
m) Boyun Tutamıyan Çocuklar :
1- Belirli aylarda boyununu tutamıyan çocuklar olur. Bunların analarına pişirilmiş tavuğun boyun etleri yedirilir, Kemikleri de çocuğun yastık altına konulur. Çocuğun boyun kemikleri bundan sonra kuvvetleşir, boynunu dik tutmağa başlar.
2- Cuma günleri sabahleyin kimse ile konuşmadan, atılmış kemiklerden bir parçayı su harkından çıkarırlar. "Çocuğumun boyunu bu kemik gibi kuvvetli olsun" der, bir duvar deliğine yerleştirirler.
n) Konuşamayan Çocuklar :
1- Gökteki ayın ilk cumasından başlayıp, üst üste üç cuma günü çocuk ahıra götürülür, yemliğe bağlanır, ve: "İnsan isen dile gel, hayvan isen bagaya (yemliğe) gel" denilir.
2- Konuşamayan çocuğun dil altındaki bağ ustura ile kesilir.
o) Çocukları "Cin Çalma"sı İnancı :
"Kücük çocukları cinler çalar (hırsızlama) götürür. Cinler kendi cinslerinden olan çarpık, cılız çocukları getirir, bırakır, yerine iyi çocukları alıp götürürler. Buna "cin çalması" denilir."
"Köyde cinler, ençok zibillik, ıssız yerlerde bulunur. Bunun için, cin çalmış çocuklar zibillikte (çöplük) bir kazanın altına konulur (4), cinlere seslenilir. Sizin ise alın götürün, bizimkini getirin, denilir (5), bundan sonta iyileşir. Bunlara 'çalgın' da denilir."
"Cin çalmasın diye, çocuk gece komşuya götürülürken koynuna dualar yazılı bir hamail ile bir parça ekmek konur."
"Cin çalmasın diye kundaktaki çocuklar evde yalnız bırakılmaz."
ö) Çocuklarda, "Kan Zorlaması" ve "Ayak Çırtma":
İnanca göre, çocuklar kırkı çıkıncaya değin çok ağlağandır, her gün ayrı huyda olurlar. Kırkı çıktıktan sonra da huyları değişip durulur. Ağlayan çocuklar inanca göre çoğunluk "pis kan"ın etkisiyle rahatsız olur, bundan ötürü ağlarlar.
Bir haftalık çocuğun ayak ökçelerine bakılır, eğer mavimsi kan gelmişse, ökçeleri ustura ile hafifçe çıtılır. Biraz kan akınca çocuk rahat eder.
Kimi evlerde, çocuk ağlasın ağlamasın "ileride çıban çıkmaz" diye ökçeleri yine de çırtılır. (Bundan anlaşılıyor ki "ökçe çırtma" işi, çocuklara özgü bir hastalığın tedavisi değil, bir gelenek oluyor).
(1) Ayse Budak'ın anlattıklarından.
(2) "Bu emciliği (tedaviyi), Birinci Dünya Harbinden sonra, köye Oltu taraflarından gelen (konar-göcer Türklerden) gezginci Kürt-Kıymet Nene yapmıştır." (Ayşe Budak Nene).
(3) Bunlar da Ayse Budak Nene'den tesbit edilmiştir.
(4) Çocukları kazan altına saklama geleneği Şamanlıktan kalmadır.
(5) "Cin çalma" ya "uğrak" da denilmektedir.