Şehirler, maddi ve kültürel üretimin yoğun ve komplike bir şekilde yapıldığı, insan ilişkilerinin karmaşıklaşıp inceldiği mekanlardır. Medeniyetler şehirlerde doğar ve inkişaf ederler. Batı dillerinde "medeniyet" kelimesinin karşılığı olan civilitation, "civitas"tan türetilmiştir. Aynı şekilde medeniyet kelimesinin kökü de medine yani şehirdir. Bir başka ifadeyle her medeniyet kendi şehirlerini oluşturur, zirve eserlerini buralarda inşa eder ve kendi karakterini aksettirir. Şehirler ve medeniyetler arasındaki bu ilişkiye, Eski Yunan’ın Atina’sı. Roma medeniyetinin Roma’sı, Klasik İslam medeniyetinin Şam ve Bağdat’ı, Bizans’ ın ve Osmanlı’nın İstanbul’u, Rönesans’ın Floransa’sı, Aydınlanmanın Paris’i ve Yeniçağ’ın dev metropolitanları örnek gösterilebilir.
Bu nokta-yı nazardan Sivas, bir Selçuklu şehri olarak görülmektedir. Sivas’ı bir insan ve bina yığını olmaktan çıkaran eserlerin tamamına yakını, Selçuklu medeniyeti izlerini taşımaktadır. Bu dönemde Sivas, geniş bir ardbölgenin kendine bağlı olduğu, mühim bir yerleşik nüfusa sahip bir idari ve kültürel merkezdi.
16. asrın ortalarına kadar bu konumunu devam ettiren Sivas, bu tarihten itibaren, Osmanlı tımar sisteminin çökmesiyle birlikte merkezlik özelliğini kaybetti. Bu dönemdeki sosyo-ekonomik çalkantının ve bunun doğurduğu isyanların Sivas üzerindeki tahribatı büyük olmuştur. Yine bu dönemde iyice batıya kayan (Kuzeybatı Anadolu-İstanbul-Rumeli) merkez ile Sivas arasındaki mesafe (coğrafi ve zihnî olarak) giderek açıldı. Sivas, artık merkezin yakınında, onun bir parçası değil, çevrede ve hatta çevrenin merkezindedir. Bu manada, Sivas’ ın kaderini Anadolu’ nun kaderinden ayrı düşünmemek gerekir. Fakat şunu belirtmek gerekir ki, sözü edilen mesafe Sivas için daha büyüktür ve bunun Sivas insanının sosyo-psikolojik yapısında, derinlere nüfuz eden etkileri olmuştur.
Sivas’ın bugününü anlamak ve geleceğe dair söz söylemek için, söz konusu sosyopsikolojik yapının analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sivas’ ın içinde bulunduğu tarihî-maddî-objektif şartlar, Sivas insanının bir takım karakteristik ve tipik özelliklerini belirlemiştir. Dolaysız gözlem yoluyla tesbit ettiğim ve tartışmaya açık olan bu özellikler şöyle sıralanabilir: Güvensizlik, birlikte hareket edememe, irrasyonellik, duygusallık, marjinallik (dini veya ideolojik) inançlara bağlılıktır. Tekrar belirtelim ki sayılan bu özellikler tipik ve karakteristik özelliklerdir. Tek tek Sivaslı’larda saf haliyle bulunmazlar, kimi tutum ve davranışlarda müşahade edilebilirler. Bu halet, Sivas’ın merkezle (iktidarla) olan ilişkisi tarafından belirlenmekte, aynı zamanda onu belirlemektedir. Söz konusu mesafe Cumhuriyet döneminde de kapanmamıştır. Genelde muhalif partileri destekleyen Sivas, bundan ötürü devlet yatırımlarından ve transferlerinden yeterince pay alamamıştır. Şehir olmanın en önemli kriteri "yerleşikliktir", bir başka deyişle uzun süre (nesiller boyu) aynı mekanda yaşayan insanların, ortak alışkanlıklar, ortak değerler geliştirdikleri, insan ilişkilerinin anonimleştiği ve soy bağına değil "hemşehriliğe" dayandığı, yerleşim yerleridir. Kanaatimce, bugün Sivas’ın yaşadığı en önemli problem, yerleşikliğin tam olarak gerçekleşmemesidir. Yani Sivaslı’1ar uzun süre Sivas’ ta yaşamamakta, kırdan gelenler iki ya da üç nesil sonra Sivas’ı terkederken onların yerine yenileri gelmektedir. Bu sirkülasyon uzun zamandır bu şekilde devam ederken, Sivas’ın asıl sakinleri, hemşehrileri olarak temayüz eden bir grup oluşmamıştır.
Bu süreç göç olgusuyla yakından ilgilidir. Sivas’tan meydana gelen göçü iki kategoride ele almak doğru olacaktır. İlki, işsizlikten kaynaklanan göçtür. İkincisi ve konumuz bakımından daha çok önem arzedeni ise, belli bir miktar maddi birikim gerçekleştiren kişilerin, Sivas’ı (birikimleriyle birlikte) terketmeleridir. Bu durum, Sivas’tan düzenli bir sermaye çıkışı olduğu manasına gelir. Bir başka ifadeyle Sivas, devamlı surette kan kaybetmektedir. Sermaye birikiminin sağlanamaması, birikimin yatırıma dönüştürülmesi yerine dışarıya kaçması iktisadi geri kalmışlığı, işsizliği ve göçü doğurmaktadır. Biraz abartılı bir ifadeyle Sivas "geçici bir ikametgah" haline dönüşmüştür. Bunun anlamı şudur: Sivas, insanları kendisine çekebilecek, kendi sakinlerini tutabilecek bir cazibeye sahip değildir. Bu durum işsizliği beslemekle ve onunla birlikte Sivas’ ın maddi-beşeri potansiyelini değerlendirememesine ve olması gerekenden çok daha az gelişmiş kalmasına yol açmaktadır.
Sivas’ın bu çemberi kırmasının ilk şartı, yukarıda bahsettiğim, sosyo-psikolojik yapının aşılması, geride bırakılmasıdır. Rasyonel davranışın gelişmesi, birlikte hareket etme alışkanlığının yayılması, dini ve ideolojik inançların bir ayrılık ve bölünmüşlük sebebi olmaktan çıkması, Sivas’ ın ekonomik kalkınmasının ve sosyo-kültürel gelişmesinin, olmazsa olmaz gerekleridir. Sivas kendi imkanlarını kullanarak, kendi dinamikleriyle büyük bir atılım gerçekleştirebilir. Sermaye birikiminin yatırıma dönüşmesi ve dışarıdan sermaye çekilmesi, bu atılımın ekonomik boyutunu oluştururken, yerleşik (şehirli) bir kültürün inkişafı -hemşehrilik- şuurunun oluşması ise sosyo-kültürel boyutunu ifade etmektedir. Sivas’la benzer şartlara sahip olan Konya, Kayseri, Malatya gibi şehirler bu tür bir gelişmeyi gerçekleştirmişlerdir. Sivas’ın da aynı gelişmeyi gerçekleştirmesi tamamen Sivaslı’nın kendi elindedir. Dayanışmanın sağlanması, imkanların biraraya getirilmesi ve rasyonel kullanımı, Sivas’ın bir "geçici ikametgah" olmaktan çıkıp, bir şehir olmasının alt yapısını hazırlayacaktır. Kendi insanlarına bile cazip gelmeyen Sivas’ın yeniden merkez olması, ekonomik canlılığının ve kültürel zenginliğin meydana gelmesi buna bağlıdır.