Sivas, yüzyıllar boyu âşıklık geleneğinin yaşa tıldığı önemli yörelerimizdendir. Aşıklardan ilk temsilcilerini XVI. yüzyılda bulabildiğimiz Sivas’ ta, bugünkü tespitlerimize göre 350 kadar âşık yetişmiştir. Elbetteki bu sayı, yöre âşıkları sayısının nihai şekli değildir; dört yüz yıl içinde, yaşamış, kayda geçmemiş nice âşık daha vardır. Bunun yanında mezralar hariç 1285 köye sahip Sivas’ ta her yıl yeni birkaç âşığın ortaya çıktığı da malumumuzdur. Bu bakımdan gerek önceki yüzyıllarda gerekse yüzyılımızda ücra köylerde yaşayan ve varlığından haberdar olamadığımız âşıkların varlığını da kabul etmek durumundayız. Hal böyle olunca, yukarıda verdiğimiz âşık sayısını ikiye katlarsak abartma yapmış sayılmayız. Diğer taraftan Sivas yöresinde yetişmiş âşıklar içinde, âşık edebiyatı sahasında kendisine yer bulabilmiş önemli temsilciler de vardır. Pir Sultan, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet Üstadım, Ruhsatî, Minhacî, Agâhî, Kemterî, Serdarî, Er Mustafa, Veli, Meslekî, Emsalî, Talibi Coşkun, Aşık Veysel, Ali İzzet, Seyit Yalçın, Sefil Selimî, İsmetî, Kul Gazi, Musa Merdanoğlu, Mihmanî bunlardan bazılarıdır. Acaba Sivas’ta âşık sayısının bu derecede fazla olmasının sebebi nedir? Niçin Sivas, "âşıklar yatağı" olarak nitelendirilmiştir? Sivas’ta âşık sayısının fazlalığının önemli bir sebebi "çevre" deki şartların müsait olmasıdır. Çevrede, yüzyıllar boyu süregelen, sözlü eğitim ve kültür birikimi vardır ve şekillendirici faktöre sahip çevre, sürekli bunu desteklemektedir. Yetişmekte olan çocuklar ve gençler, bu sözlü eğitimi alarak günün birinde, kendisini âşıklar arasında bulmaktadır. Sivaslı âşıkların âşıklığa başlamaları çeşitli veçheleri ile kendini gösterir.
Bunların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Çıraklık,
2. Ustamalı şiir söyleme ve çevredeki aşıklardan etkilenme,
3. Türkülü hikâye dinleyerek veya okuyarak yetişme,
4. Sazlı-sözlü ortamda yetişme,
5. Rüya sonrası âşık olma,
6. Manevî etki sonucu âşık olma,
7. Dert sebebiyle âşık olma,
8. Sevda sebebiyle âşık olma,
9. Ruhi depresyon sonucu âşık olma,
10. Milli duyguların galebe çalmasıyla âşık olma,
11. Diğer Sebepler
Gelenek içinde yetişen kişiler, sıraladığımız faktörler sebebiyle âşık olabilmektedirler. Ne var ki, aynı faktörler başka kişilerin yahut farklı bölgelerdeki kişilerin de âşık olmalarını gerektirmez. Bu, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, başta irsiyet veya şairlik istidadının var olmasıyla, yetişme tarzı, yetiştiği ortam, olayların kişide doğuracağı etkilerin ve müşahadelerin olmasıyla mümkündür. Sivas’ın kazaları içerisinde en fazla âşık, Şarkışla, Divriği ve Kangal’da yetişmiştir. Yıldızeli’nde ise, 30 civarında âşığın yaşadığını tespit etmiş bulunuyoruz. Elbetteki bu sayıyı artırmamız mümkündür. Bunları, mahlası, yaşadığı yüzyıl, adı-soyadı ve köyüne göre sıralamasını tabloda bulabilirsiniz.
Yıldızeli âşıkları içerisinde, bu yazımızda tanıtmaya çalışacağımız Aşık Ahmed’in ayrı bir yeri vardır. Aşığımız, çevrede her ne kadar "Ahmet Ahmet" olarak şöhret bulmuşsa da, onun asıl önemli tarafı hikâyeciliğidir. Aşık Ahmet Bozkurt 1926’ da Yıldızel’nin Bakırcıoğlu (Eski adı: Delikkaya) köyünde doğdu. Ailesi 1293 (1877/ 1878)’te Bayburt’un Kara mahallesinden Sivas’a gelmiştir. Hasan ve Esma’nın oğlu olan âşığımız, dokuz çocuklu ailenin tek erkek evladıdır. Arap ve Latin alfabesini kendi kendine öğrenen ve 20 yaşında evlenen Âşık Ahmet, askerlik hizmetini de İzmit’te yaptı. 1976’ da köyünden Sivas’a göç eden Ahmet, 4 Kasım 1991’de Sivas’ta vefat etti. Aşık Ahmet dördü kız yedi çocuk sahibiydi. Delikanlı iken halk hikâyelerine merak salan Ahmet, hikâye kitapları ile ünlü âşıkların şiirlerini elinden düşürmemiştir. "İmamın Kızı" diye bilinen anneannesi Fadime’den de pek çok halk hikâyesi öğrenmiştir. Ömür boyu köy köy dolaşarak anlattığı hikâyelerin başlıcaları şunlardır: Mahmut ile Nigâr, Mahmut ile Elif, Latif Şah, Şah İsmail, Emrah ile Selvi, Sitemkâr ile Gül, Mahmut ile Mahbub, Seyfüzülyezen, Seyfülmülük. Aşık Ahmet bu hikâyelerden bazılarını dört saatte (Sitemkâr ile Gül), bazılarını da dokuz-on saatte (Emrah ile Selvi) anlatıyordu. Halk hikâyeleri sözlü gelenekte âşıklar ve hikâye anlatıcıları tarafından yaşatılır. Hikayeci âşık, hikâyeyi dinleyicilere geleneğe bağlı kalarak anlatır; çeşitli atasözü, tekerleme, dua-beddua ve deyim şeklindeki formel sözlerle ifadesine zenginlik ve akıcılık kazandırır.
Sözgelişi, Aşık Ahmed’in anlatım sırasında kullandığı; "Öz ağlamazsa göz, ağlamaz", "Yiğidin sözü demirin kertiğidir", "Eli dilenmeli, evi dolanmalı" şeklindeki atasözleri; "Kör kömüşün kapçuğa daldığı gibi...", "Yerde yaralı kuş gibi yedi kere çırpındılar", "Karslı kayışı gibi, yerli yufkası gibi, bıldırcın balası gibi..." benzetmeye dayalı tasvir sözleri bunlardan bazılarıdır. Bilindiği gibi halk hikâyeleri anlatımı genellikle birkaç gece sürer. Hikayeci hikâyeyi uygun bir yerinde keser. Fakat bunu yaparken gayet ustaca davranır. Sözgelişi Âşık Ahmet, vaktin geçtiğini ileri sürerek, o gün anlattığı bölüme şu sözlerle son vermekteydi:
Bir sigara verin keyfçiler Tütmenin zamanı geldi Herkes kendi hanesine Gitmenin zamanı geldi Çağıl çağıl çağlar özler Ciğerim ateşe közler Yengelerim sizi gözler Gitmenin zamanı geldi AHMED’im zihnim bulandı Yarelerim pek sulandı Uykular fır fır dolandı Yatmanın zamanı geldi
Asıl başarısını hikâyecilik alanında gösteren Ahmed’in şiirleri teknik yönden pek kuvvetli değildir. Şiirlerini genellikle yaşadığı olaylar üzerine söylemiştir. Toplam elli kadar şiiri vardır. Aşağıya örnek olarak iki şiirini kaydediyorum.
Sevdiği kuşun kaçmasını üzerine Âşık Ahmed duygularını şöyle ifade eder:
-1- Melul mahzun duran kuşum Gör n’etti bize ayrılık Acep n’oldu senin eşin Zar etti bize ayrılık Koyduk geldik evimizi El kopardı gülümüzü Bülbül gibi dilimizi Lal etti bize ayrılık Bu yıl böyle çıkak yaza El bakmaz şifaya naza Alemin garazı bize Har etti bize ayrılık AHMED’im de böyle durur Sağa sola başlar vurur Gönül birgün yârin bulur Dul etti bize ayrılık -2- KÖYLER DESTANI Yıldızeli derler bizim kazaya Hat boyunca trenleri yollanır Saf saf olup biz gelelim hizaya Mü’min safı derunumda güllenir MENTEŞE’ den o yanıdır İtdağı Seren yetiştirir bostanı bağı Bayat kızlarının kirli ayağı Alttan üstten penezlenir pullanır Bucak, Direkli’ ye varmadı yolum. Vakit ahır zaman çoğaldı ölüm Pirler dergâhında açıldı dilim Kalın’ın güzeli giyer allanır İbre kaldır birbirine hizadır Pusat, Çarşur odun çekmeye sedadır Kerim’in kızları başa belâdır Küstürürsen köhne giyer çullanır Mumcu, Yeniyapan tanırım ezel İğdecik’1er düşürdü gönlüme gazel Karac’ören’de bulunur bazıca güzel Rüzgâr vurur kâkülleri yellenir Haran’lı Aydoğmuş, Yenihal’lidir Kürtlerköyü halkı tatlı dillidir Ağcahan’ı gördüm coşkun sellidir Balahur güzeli metin sallanır Selamet’te konmuş mancınık döşüne Hele bakın şu gençlerin işine Balyoz vurup babasının başına Peder göçüp ahirete yollanır Ben AHMED’im burda büküldü belim Delikkaya derler o benim elim Ayıbım demeye tutmuyor dilim Eğer dersem her kazada dallanır.