Yüreğil Köyü İncelemesi

Bu Derginin Diğer Makaleleri

Anonim ; "Yüreğil Köyü İncelemesi"; Halkbilimi (ODTÜ-Türk Halk Bilimi Topluluğu) (1. Seri); Haziran / 1979; Cilt: 6; Sayı: 52; Sayfa: 1

(Geçen Sayıdan Devam)


Evlenme ve Düğün :

Toplumsal değişimin en belirgin görülebildiği alanlardan biri de evlenme ve düğün gelenekleridir. Yurdumuzun birçok yerinde olduğu gibi buradan da Almanya’ya göçenler bulunuyor. Bunların sayısı elli kadar. Önceleri düğünler ya mayıs ayında hıdırellez zamanı ya da hasat sonu yapılırmış. Ancak şu anda yurt dışında olanlar nedeni ile düğün mevsimi temmuz ayına kaymış durumda. Böylelikle bu kişilerin de düğüne katılmaları sağlanmış oluyor. Fakat temmuz ayında işlerin yoğunluğu nedeni ile düğünler kimi özelliklerini gitgide yitirmektedirler.

Evlilikler çoğunlukla aile yakınları ve köy içinden olmakta. Akraba evlilikleri çok sık görülür. Ancak dışarıdan kız alıp verme de rastlanılan bir durum. Evlenecek kişiler için karar genellikle aileler tarafından verilir. Evliliğe ailelerce karar verildiğinden evlenecek kızla oğlan önceden birbirlerini tanımazlar, evlenme yönünde girişim yapılmış olsa bile birbirleriyle görüşemezler. Eğer kızla oğlan aynı köyden değilse genellikle birbirlerini görmeden evlenemiyorlar, hatta görmek ayıp sayılıyor.

Kız istemenin ilk aşaması "dünür gitme" dir. Dünür gidilen evdekiler, kızı vermeye gönülleri yoksa, ilk gidişte "evlendirmemek" biçiminde kesin bir yanıt veriyorlar. Yok eğer gönülleri var ise dünürcülerin birkaç kez gelip gitmelerini sağlayacak biçimde davranıyorlar. Bunun için de naz yapılır diyorlar, "hele bir düşünelim" gibi bir yanıt veriyorlar ve oğlanın soruşturmasının yapılabilmesi için zaman kazanıyorlar. Soruşturma sırasında ise genellikle şu sorular soruluyor : Bir duygunuz var mı? kaynana nasıl? kayınbaba titiz mi? vb. Daha sonra dünürcüler iki kez daha geliyorlar ki, bu gelişlerin arası iki-üç gün, olabilir. Üçüncü kerede kız veriliyor. Dünürcülüğe gelenler bunun üzerine "Allah başa kadar versin", "hayırlı olsun" diyorlar. Erkek tarafı (eğer kız verilirse) "ağız tadı" (lokum, birküvi, vb.) tatlı yiyecekler getiriyorlar ve kız evine sunuyorlar. Kızdan alınan yağlık mendil oğlana, oğlan tarafından alınan da kıza veriliyor.

Daha sonra oğlan evi "tedarik görmeye" başlar, Yani düğün ve ev için gerekli olan eşyaları sağlamaya çalışır. Bu sırada "ayak açma" denilen küçük nişan yapılır. Kıza ayna, tarak, koku getirilir. Kız evi oğlana altın yüzük alır. Ayrıca erkek tarafı altın cebe (çevreli altın) bilezik, yüzük ve küpe getirir, böylece nişan takılır. Genellikle ilk bir ay içinde yapılan bu nişanı oğlan evi yapar. Eğe: anlaşmalı olursa nişandan sonra düğün tarihi geciktirilebilir. Evlenme sonucu kız giderken en az iki kat yün yatak, halı, seccade türü çeyizler de verilir.

Eskiden uygulanan bir gelenek de nişan yüzüğü yerine nişan bileziği takılması. Ancak bugün bu gelenek yerini nişan yüzüğüne bırakmış durumda.

Başlık parası bugün de uygulanan bir gelenek. Başlık parası ortalama 50 - 60 bin lira dolaylarında. Bu parayı ödeyemeyen bazı gençlerin kız kaçırma yoluna başvurdukları söylendi (Ancak bu yol aileler arasında sürtüşmelere neden oluyormuş). Son yıllarda başlık geleneği biçim değiştirmekte. Bu gelenekte para yerine iki aile arasında anlaşmaya bağlı olarak evin bütün eşyalarının alımı da yapılabiliyor (kimi zaman tüm eşyaları bir taraf alabilirse de genellikle ortaklaşa almıyor).

Kına gecesi ile başlayan düğünler genellikle üç gün sürmektedir. Kına gecesinde gelin bir masaya oturtulup çevresine oturulur. Ya da ortaya bir yastık konur, yastığın üstüne gelin ve sağdıcı oturtulur. Başlarına bir örtü örtülür. Kızla sağdıç konuşmaya başlarlar. Yastığın üstünde gelini ağlatırlar. Kız ağlatma çeşitli biçimlerde yapılır. Sonunda da gelin övülür. Bu amaçla söylenen türkülerden bir örnek:


Gider yolun kıyısına 
Çağırın kızın dayısına 
Biner atın eğrisine 
Gider yolun kıyısına.

Atladı çıktı eşiği 
Sofrada kaldı kaşığı 
Büyük evin yakışığı 
Kız eşim kınam kutlu olsun.

Gece biterken geceye katılanların ellerine kına yakılır. Gelin oğlan evine varınca elinin kınasını kirişe sürer ve çıkarır. Kına gecesinde aydınlık anlamına ayna ve güğüm konur.

Gelin giysisi al olur, al duvak takılır. Duvağın üstüne ayna takılır. Tepesine "tozak" konulur. Göğsüne, boynundan aşağıya allı yeşilli ipek takılır. Bazen gümüş tepelik konur. Ayakkabıları beyaz olur. Elleri boştur. Elleri ile yüzünü kapar. Damat siyah takım elbise, beyaz gömlek giyer (eskiden ne giyildiği pek anımsanmıyor).

Damat traşı düğünün ilginç aşamalarından biridir. Traş sırasında arkadaşları damadı güldürmeye çalışırlar. Ayakkabısını çalarlar, "Kaç yaşında?", "Kocamış ardıcı nasıl yiyecek?", "Ağzına bak, kaç dişi var?", "Yaşı kaçmış" gibi şakalar yaparlar. Damat eğer bu şakalara gülerse öteberi aldırılarak cezalandırılır.

Ayrıca düğünlerde çok sayıda silâh atılır. Bu durumla ilgili, oldukça yaygın olarak söylenen "Taven kalbur gibi olmazse düğün, düğüne benzemez" sözü durumu açıklıyor sanırız.

Eski Bazı Kurum ve Gelenekler: Erkeklerin eskiden yaptığı bir eğlence biçimi vardır. Buna "arabaş" adı verilir. Arabaşında, her gece bir kişinin evinde toplanılır; yenilir, içilir, eğlendirmiş.

Avcılık da eski gelenekler arasındadır. Bunun özelliği de toplu olarak yapılmasıdır. "Avcıbaşı" adı verilen bir kişinin yönetiminde ava toplu olarak çıkılır. Avcıbaşı’lık yapan kişi av bölgesini en iyi bilen kişi kabul edilir ve babadan oğula geçer.

Çocuklara konulacak adlara büyükanne ya da büyükbaba karar verir. Çok yakın zamanlara kadar anne - baba karışamazdı. Çocuğun dişinin çıkmasını kolaylaştırmak için dişbediği (bulgur) kaynatılır. Bulgurun üzerine ceviz, fındık fıstık konularak tabaklarla yakın çevreye dağıtılır.

Lohusalık sırasında lohusa şerbeti yapılır. Lohusanın (3-4 günden) fazla yatması istenmez. Bu üç dört gün içinde akrabalar armağanlar getirip çocuğu görürler. Konuklara bu sırada lokum tutulur.

Erkek çocuklar daha değerli tutuluyor. Söyleştiğimiz Fadime Ninenin "bütün çocuklarım öldü" derken yalnızca erkekleri belirttiğini sonradan anladık. Yörede kullanılan bir başka deyim de şöyle; "kız oğlandan yarım aşağıdadır". Erkek çocukları genellikle iki-üç yaşlarında sünnet ettiriliyorlar. Sünnet sırasında çocuğu babası ya da akrabalarından biri tutar.

Genel kadın giyimi ise şöyle tanımlanabilir: Başta keten örtü vardır. İçe bir gömlek ve içlik giyilir. Daha sonra giyilen giysi ise, "saya" ya da "üçetek" adı verilen giysidir. Çalışırken kola kolçak takılır. Bu giyimin üstüne iki önlük takılır. Bunlardan biri giysilerin korunması için, diğeri ise inek sağarken kullanılıyor. Bele kuşak bağlanıyor.

Çocuk Oyunları: Kaynak kişiler: Mustafa Kutlu (8), Basri Çelik (11).

Kütük Oyunu :

"Kütük", ortaya konan bir taşa verilen addır. Oyun bu taşın çevresinde üç kişi tarafından oynanır. Ebe seçilerek kütüğü yerleştirir ve diğer oyuncuları koşarak yakalamaya çalışır. Bu sırada kovalanan oyuncular kütüğü uzaklaştırmaya çalışırlar. Kütük yerinden uzaklaşınca ebe oyuncuları kovalamayı sürdüremez. Önce kütüğü yerine koymak zorundadır. Oyun diğer oyunculardan birinin yakalanıp ebe olmasıyla aynı biçimde sürer. Oyunun başında yapılan anlaşmaya göre oyun "kesmeli" ya da "kesmesiz" olabilir. Kesmesizde üçüncü oyuncu ebe ile kovalanan arasından geçemez. Diğerinde böyle bir sınırlama yoktur.

Fort (noçu ya da değnek adını da alır) :

Bir taşın üzerine değnek bir ucu toprağa değecek biçimde yatık olarak konulur. Bunun başında "çoban" adı verilen bir çocuk vardır. Ötekiler ellerinde sopaları ile bu oyuna katılırlar. Oyun başında belirlenen bir çizgiden ellerindeki sopayı atarak taşın üzerindeki sopayı düşürmeye çalışırlar. Düşüremezlerse sopalarını geri almaya koşarlar. Çoban da bunları kovalar. Kovalama, başlama çizgisinden ayrılmış alanla sınırlandırılır. Yani çoban diğer oyuncuları bu çizgiye kadar kovalayabilir. Eğer diğer oyuncular sopayı çobana yakalanmadan alabilmişse, çoban o oyuncuyu kovalayamaz. Yakalanmayan, çizgiyi geçip yeniden sopasını fırlatma hakkını kazanır. Sopayı düşüren çoban olur. Çoban olmanın tek çekici yönü ötekileri kovalarken vurma hakkına sahip olmasıdır.

Çelik :

Çok bilinen, çelik ve çomak adı verilen sopalarla oynanan oyundur. Değişiklik gösteren kısmı, atan kişinin sayış biçimindedir. Yanmadan her on sayış için önce "yumak" denilen bir sayı grubu bitirilir, sonraki atışlarda bir onluk için "yan" adı verilir ve o sıradaki atışlar yan olarak yapılır. Bu bitince "uç" sayılır ve uçtan atış yapılır. Sonra "bel" adı verilen grupta el belden dolanarak atış yapılır. Sonra "abıt" (bacak arasından) atış yapılır. Daha sonra "dikme" ve en son oyun "pat" larla biter. Pat’da çomak bir ucuna vurularak havalandırılır ve havadayken vurulmaya çalışılır. Bu atış biçimlerini önce bitiren oyuncu oyunu kazanır.

Bunların dışında oynanan oyunlar ise uzuneşek, top gibi oyunlar. Bu arada çocuklar "çember gıygıladı'klarını" söylüyorlar.

Sayışmacalar : Kaynak kişi: Ercan Aktaş (12)


İğne battı 
Canımı yaktı 
Tumbili kuş 
Arabaya koş 
Arabanın tekeri 
İstanbul'un şekeri 
Harp hurp 
Altın top.

Portakalı soydum 
Başucuma koydum 
Ben bir yalan uydurdum.

Bilmeceler :


Kat kat, katmer değil,
Kırmızı, elma değil.

Soğan


Ben giderim o gider 
Arkamda tin tin eder.

Gölge


Ben giderim o gider 
Para gibi iz eder.

Baston


Dört tatar,
Bir kuyuya ok atar.

İnek memeleri


Beş kardeş çelke çevirir.

Çorap ve şişler

 
Uzun kuyu,
Cumbur suyu.

Tüfek


Yer altında 
Yağlı kayış.

Yılan


Karadağın eteği 
Beyoğlu’nun yatağı

Tavşan


Yer altında kara tava

Turp


Bir büyük, yüksek dağa kırk yılda çıkar.

Kaplumbağa


Mesel:

Eveli bir tilki varmış 
Çanını çalıya asmış.
Kırk yıllık yere işemeye gitmiş,
Kırk yıllık yerden gelesiye çalı büyümüş. 
Çalıya gelmiş çanımı ver demiş,
Çalı çanını vermemiş.
Tilki ateşi çağırmaya gitmiş,
Ateş demiş;
Ağaç benim çanımı vermedi.
Ateş - Ben ığıl ığıl yandığım yerde 
Ne diye gidem de posur posur çalı yakiim 
Tilki- Ateşe
Seni suya diyeceğim diyor.
Suya gidiyor,
Çalı çanımı vermedi,
Ateş çalıyı yakmadı 
Sen ateşi söndür (diyor).
Su- Ben ne diye ateşi söndüriim,
Burda güzel güzel aktığım yerde.
Tilki- Seni koca öküze diyeceğim (diyor).
Koca öküze varıyor.
Öküz şu suyu bi iç,
Ateşi söndürmedi (diyor).
Öküz - Ben suyu içmem diyor.
Tilki - Ben seni ablamın köpeğine yedireceğim diyor.
Köpeğe gidiyor,
Çalı çanımı vermedi,
Ateş çalıyı yakmadı,
Su ateşi söndürmedi,
Öküz suyu içmedi.
Sen öküzü ye.
Köpek - Yal yediğim yerde ne diye kemik kemiririm (diyor).
Ablasına varıyor,
Abla senin köpek öküzü yemedi (diyor),
Farelere diyecem,
Senin çuvalları yedirecem (diyor),
Farelere varıp (diyor),
Fareler ablamın çuvallarını yiyin (diyor).
Fareler çuvallara hücum ediyor,
Kedi sıçana hücum ediyor,
Ablam köpeğe hücum ediyor,
Köpek öküze hücum ediyor,
Öküz suya hücum ediyor,
Su ateşe hücum ediyor,
Ateş çalıya hücum ediyor.
Çalı yanıyor,
Tilki çanını alıp gidiyor.


(Sürecek)







Arama

Bizi Destekleyenler

.