İhtiyar dünyamız bir "bunalım çağından" geçiyor. Tarih boyunca pek çok bunalımlara, kanlı ızdıraplara sahne olmuş bulunan dünyamız, her köklü bunalımdan sonra daima yeni bir çağa yönelmiştir. Ciddi bunalımların gerektirdiği yeni çözüm arayışları yeni dünya görüşlerine, hayat tarzlarına, bilhassa yeni çağlara yol açmıştır. Çağımız insanının bunalımı da maddi ve manevi yönleriyle çok köklü olduğu için "geçiş çağı" nın bütün alametlerini taşımaktadır. Fertten başlayarak ailede, millette ve insanlık seviyesinde ortaya çıkan bunalım bir kısım insanları bir yanardağ gibi kavurup yakarken bir kısım insanı da bir gül bahçesinin rengarenk güzellikler mozâikinde yaşama sevincine atmaktadır. Bu olay insanlık neslinin İMAN ve İNKÂR olayıdır.
Yüce Allah’ın yeryüzünde halifesi olarak ve ancak kendisine kulluk etsin diye yarattığı insanlık nesli tarihin çeşitli dönemlerinde inkarın kahredici ve öldürücü zehrini, bir nefes gibi içine çekerek batağa sapmış, bu batakhanede imanın aydınlatıcı ışığını arayanlar mânâlar denizine dalgıçlar misali dalıp gitmişlerdir.
İnsanlığın tarihi dini inancımıza göre Hazreti Adem ile başlar. İnsanla birlikte insanlığın tarihi başlarken, imanın da tarihi başlamıştır. Çünkü, Hz. Adem aynı zamanda ilk peygamberdir.
İnsan hayatında üç değer yargısı vardır.
1. Vasıta değerler,
2. Alışılmış değerler,
3. Gaye değerler.
İnsanı İnsan-ı kâmil mertebesine çıkaran gaye değerlerdir. İman adamı, ömrünü gaye değerler için harcayan her işi Allah’ın rızasını kazanmak için yapan kişidir. Tarih boyunca, iman bayrağının taşıyıcıları peygamberler olmuştur. Nihayetinde bu bayraktarlık Hz. Muhammet’le noktalanmış, bu bayrağı yüceltme görevi inanan müminlerin üzerinde kalmıştır. Bugün insanlık bu bayrağı taşıyacak inanca, yüreğe ve bileğe sahip olmalıdır.
İnsanı yücelten en büyük olay, İman olayıdır. O iman ki, Hz. İbrahim’e ateş dağını gülistan yapmış, o iman ki, Hz. Musa’ya aşılmaz denizi ve çölü aştırmış, o iman ki, Hz. İsa’ya çarmıhı tebessümle karşılaştırıp dünyayı ayağının altına bir toz zerresi gibi aldırtabilmiştir.
O iman olayı Hz. Muhammed’i öz yurdundan vazgeçirtebilmiş, çöllerin kavurucu sıcağını karlı yüce dağlardaki pınar serinliği ile serinletebilmiştir. O iman, Bilal-ı Habeşiye kızgın çölü serin etmiş, Veysel Karani’yi çöllere düşürmüş, Yunus Emre’yi adım adım Anadolu’nun bozkırlarını dolaştırmıştır.
İhtiyar dünya, ülkeler fetheden dünya fatihlerinin sert çizmesini de görmüş, gönül fatihlerinin kadife yumuşaklığındaki inanç, adalet uygulamaların da yaşamıştır. Çizmelerin fethi çok kısa sürmüş, işte Sezar’dan, İskender’den, Firavunlardan, Nemrut’lardan, Kisra’lardan sonra taş yığınlarından başka ne kalmıştır.
Gönül fatihlerinin ise bugün milyonları aşan hatta milyarlara hükmeden taraftarları ile yaşamaya devam ettiklerini görmekteyiz, Havva’ların sessizliğe bürünen edalarında milyonlar toplanmakta, kiliselerin çan sesleri milyonları koşturabilmekte, minarelerden yükselen ezan sesleri susamış insanlara serin su gibi hayat iksiri olmaktadır. Bu olaylar gönül fatihlerinin mesajlarını insanlığa ulaştırmaya devam etmektedir. İnsanlık, kurtuluş için bilhassa ezan sesine daha derinden kulak vermelidir.
İmanla küfrün mücadelesi tarih boyunca devam etmiştir. Bu olaylardan bir tanesi de güzel şehrimiz Tarsus’umuzda cereyan etmiştir. Tarsus, çok eski bir tarihe sahip evliyalar ve enbiyalar şehridir. Hem coğrafi güzelliği olan hem de manevi mirası bulunan şehirlerimizden biridir. Tarihte İslâm Kültürü ile Hristiyan Kültürünün kesit yeri olmuş, Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle İslam düşünce ve kültürünün tamamen hakimiyeti altına girmiş ve bu minval üzere devam etmektedir. Çok iman erini bugün hâlâ bağrında saklamaktadır.
Kehf : Dağda geniş bir mağara demektir.
Ashab: Arkadaşlar demektir.
Ashab-ı Kehf: Tarsus’un kuzeyinde Benclüs Dağında bulunan mağaraya kapanıp, uzun müddet uyuyan ve isimleri maruf zatlardır. Ashab-ı Kehf, uyanmadan zikri geçen dağdaki mağarada 309 sene kalmışlardır. (1)
Bahsi geçen mağarada uzun müddet uykuda kalan zatların unvanları Kur’an-ı Kerim’de "Ashab-ı Kehf" olarak geçmektedir. (2) Kur’an’da 18. sureye Kehf Suresi adı verilmiştir.
Kuranda Kehf suresinde, kendilerine haber verilen Ashab-ı Kehf, Peygamber Efendimizle Hz. İsa arasına rastlar. Dakyanus (M.S. 249-251) İnsanları puta tapmaya zorlar. Buna karşı çıkan iman erlerine Ashab-ı Kehf denir. Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, De- bernuş, Şanenuş ve çoban olan Kefeştatayyuş ile, köpeği Kıtmir’dir.
Burada yine olay, inkârla imânın karşı karşıya gelme olayıdır. 309 sene uyku, ve yeniden uyanış bize ölüm ve dirilişi hatırlatıyor. Onun için inanmak insanlığın en büyük olayıdır.
Netice olarak Ashab-ı Kehf olayından alacağımız çok ibretler vardır. Kur’anda geçen bu hadise ve bu ismi taşıyan sureye ve güzel şehrimiz Tarsus’un tarihi misyonuna uyması için Ashab-ı Kehf isimli, Tarsus’umuzda bir İlahiyat Fakültesi kurulması gerekmektedir. Bereketli Çukurova toprağının maddi zenginliğine manevi yağmurun sağnak yağması gerekmektedir. Bu da, kurulacak bir İlahiyat Fakültesinde yetişecek iman ve ilim ordusunun gönüllere estireceği ılık iman rüzgarı ile mümkün olacaktır. O zaman, hem Tarsus’umuz İslâm dünyasında, hem de dünyada çok yakından tanınan bir konuma gelecek, hem Ashab-ı Kehf coşku ile ehlinin ruhu yücelecek, hem de yüce Peygamberimizin ruhu inananları tekrar kucaklayacaktır.
(1) Kehf Suresi, ayet 25
(2) Kehf Suresi, ayet 9