Ruhi Su 1912 yılında Van'da doğdu. Fakat ona "Adanalıdır" demek daha doğru olur. Müzik Öğretmen Okulu’nu ve Devlet Konservatuarı Opera bölümünü bitirdi. Sanatçının en büyük uğrağı halk türküleri üzerinedir.
Veysel ile tanışmanız ne zaman, nasıl oldu? Ortak anılarınız var mı?
Âşık Veysel'i 1941-1942. yıllarında tanıdım, yanlış hatırlamıyorsam... Köy Enstitülerinde beraber çalıştığımız zamanlar da oldu. Düşüncesinin ve sanatının gelişmesinde Köy Enstitülerinin büyük katkısı olmuştur. Hemen en güzel türkülerini o dönem içinde söyledi. Ama, bu katkıların karşılıklı olduğunu da söylenmeliyim; hoşsohbet, çok efendi bir insandı, biz de kendisinden çok şeyler öğrendik... Veysel ile tanışmamız oldukça ilginç... Sanırım 1941 yıllarıydı. Ankara'da Ahmet Kutsi Tecer beyin evindeydik. Cevat Dursunoğlu, Tahsin Banguoğlu , Bedrettin Tuncel ve Muzaffer Sarısözen de vardı. Veysel Ankara'ya geldiği için böyle bir toplantı yapılacağını duyup ben de gitmiştim. Aslında ben de türkü söylediğim için, bir usta karşısırtda kendimi sınamak istiyordum. Bir ara, bu türkü söyleme arzumu belli ettim. "Pekâlâ, hadi bakalım Ruhi Su, sen de bir iki türkü söyle" dediler. Bir saz eşliği olmadan birkaç türkü söyledim. Sonunda " Nasıl buldun Veysel?" diye bir soru atıldı ortaya. Veysel,düşündü; "Efendim" dedi, "Dağlarda bir çiçek olur, onu alır şehre getirirsin, güzel saksılarda, güzel topraklar içinde yetiştirir, geliştirirsin. Belki, daha güzel bir Çiçek olur, ama o eski kokusunu belki bulamayız" dedi. Bedrettin Tuncel, "Buyur bakalım Ruhi Su" dedi. Ben bu davranışa biraz alındım, hatta gereken dersi de aldım. Ama, işimin yanlış olmadığını da biliyordum.Benim aldığım müzik kültürü, ses eğitimi içinde görevim zaten, işte o "başka çiçeği" bulmaktı, o gelişmiş "başka çiçeği"...
Âşık Veysel'in, Yunus'tan bu yana gelen "Halk şiiri" zincirinin son halkası olduğu ileri sürülüyor. Siz de aynı kanıda mısınız ?.
Bu soru Âşık Veysel'in kendisine sorulduğu zaman "Bu topraklar daha nice Veyseller yetiştirir" demişti. Yaşadığı süre içinde de, şimdi de Veysel kadar güçlü, hatta toplumun bugünkü durumunu anlatmada daha da güçlü halk ozanları var. Gerek halk şiirimizi, gerekse halk müziğimizi yeteri kadar tanıma olanağım bulamayanlar, Veysel'i duyup tanıyınca şaşırıp kaldılar. Gerçekten de halk şairimiz ve halk ozanlarımız hakkında böyle bir bilgiye sahip olmayanları şaşırtacak kadar güçlü bir ozandı Veysel. Belki bu nedenle de Veysel'in ölümüyle artık bu işin sonuna gelindiğini düşünüyorlar. Oysa, bence bu sorun, halkın içinde bulunduğu koşullarla ilgilidir. Veysel'i yetiştirmiş, oluşturmuş olan bu koşullar değişmediği sürece Veyseller gelmeye devam edecektir. Veysel, sanatıyla lâyık olduğu bu büyük ilgiyi gözleri açık olsaydı görmezdi sanırım. Bunu kendisi de sezmişti, gözlerinin açılmasını istemezdi.
Size göre Âşık Veysel'in belirgin bir felsefesi var mı idi?
Felsefe sözcüğü ile, toplum içinde Veysel'in önerdiği ya da benimsediği bir düşünce biçimi var mıydı diye soruyorsanız, vardı elbet. Bütün iyi niyetli babacan insanlarımız gibi o da çalışmayı öğütlerdi. Yerine göre, geleneklerimize bağlı kalmayı önerdiği de olurdu. Kendi inancı; sevgiye, hoşgörüye ve insanın yaratıcı gücüne dayanan bir inançtı ama, toplumdaki gelişmeler hakkında ne düşündüğü sorulduğu zaman, ne söylemesini istediklerini sezecek kadar da akıllıydı.
Size göre Âşık Veysel'in haIk müziğimize olan katkısı nedir?
Elindeki sazı görmeyişinin de zorunlu kıldığı bir nedenle gösterişsiz, süslemesiz bir icra biçimi getirdi. "Fazla kalabalığa kulağasma." derdi. Halk şiirindeki klâsik ve geleneksel konuları gerek kendisinin, gerek zamanının koşullan içinde yeni deyimlerle sürdürdü. Sözlerini bağladığı eski ezgilere bütün halk ozanlarında olduğu gibi yeni biçimlemeler getirdi.
Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan'lar yanında Aşık Veysel'in bir değerlendirmesini yapabilir misiniz?
Bu tür kıyaslamalarla değerlendirmeler bence doğru değil. Belki zaman geçtikçe halkın katkılarıyla Veysel de onlar gibi daha da büyür. Yalnız Karacaoğlan'la ortak bir yanı vardır Veysel'in. Karacaoğlan Sünnî bir ozandı fakat Alevî halk tarafından da sevilirdi. Âşık Veysel ise Alevî bir ozandı, fakat Sünnî halk tarafından da sevilirdi. İkisi de inançlarında bağnazlıktan kurtulmuştu.
Türkülerimizin batı çalgılarına uygulanmasına ve gençler tarafından değişik, biçimlerde söylenmesine ne dersiniz?
Ülkemiz için o çalgıların ve o tür müziğin gereğine inanıyorsak, gelecek kültürümüz için bu kaçınılmaz bir şeyse, her müzik türünün kendi kuralları içinde çalışmak zorunda olduğunu da bilmeliyiz. Türküler, halkımızın sorunlarını özgürce söyleyebildiği tek aracıdır diyebilirim. Söyleniş biçimine de hiçbir sınır koymaz. Ben burada asıl başka bir noktaya değinmek istiyorum. Türküler, hayattan kopmamış, halkın hayatında önemli sayılan hiçbir olayı atlatmamış olmalarıyla hayata karşı güvenimizi arttırır, yaşama gücünü daima taze tutar. Türküleri sevmemizin nedeni budur bence. Aynı hayat koşullarının oluşturduğu atasözleri gibi bu türküler de kişi olarak hiçbir kişinin tek başına söyleyemeyeceği ve yapamayacağı kadar sade ve sağlamdır. Bu böyle olmakla beraber bizim özlemini çektiğimiz bir kültürün ve sanatın yolunu aydınlatmış da olsalar, çağdaş bir kültürün içinde ne tek başına bu atasözleri yeterlidir, ne de bu türküler yeterlidir. Bunun bilincinde olarak türküleri sever ve söylersek geçmişin siradan bir taklitçisi olma niteliğinden kurtuluruz. Taklit aslı sürdürmez, yozlaştırır ve dondurur. Aslı sürdüren, ona bir "Yeniden doğma" niteliği getiren yaratıcı güçtür. Halkın kültürü içinde Âşık Veysel sıradan bir adam değildi, kendi ölçülerine göre bir yaratıcı güçtü. Biz halkım ız için daha ileri koşulların ve daha ileri bir kültürün çabası içinde olanlara da bu hakkı tanımalıyız...