Karaca Oğlan için en doğru değerlendirmenin "doğa"nın ozanı olmasıdır. Onun hemen her şiirinde doğanın bir parçası yer alır. Halk ozanları içinde bu bakımdan Karaca Oğlan en başta yer alır. Onun için bu durum olağandır. Karaca Oğlan bir aşiret ozanıdır. Aşiret yaşamı, gelenek içinde geçer. Yaz gelir, yavaş yavaş yayla yolları tutulur. Serin, cennet misali yaylalarda sıcak yaz günleri geçirilir, sürüler kuzular, güz gelende ağır ağır göçler ılık ovalara, sahil yerlere iner.
İşte, bir ömür boyu süren yaşam bütün aşiret ozanlarının deyişlerinde bol bol yer alır. Ama, bu konuda en başarılı doğa tabloları veren, büyük aşiret ozan Karaca Oğlanındır.
Onun elinde dağlar, taşlar, pınarlı yaylalar göründüğünden daha güzeldir. Onun elinde sazı ressamın paleti gibidir. Onlara istediği biçimi verir, en güzel, sevimli yönleriyle bir tablo çizer, önümüze serer. Onun telinde doğa canlı, cıvıl cıvıldır.
Çukurova bayramlığın geyerken Çıplaklığın üzerinden soyarken Şubat ayı kış yelini kovarken Cennet demek sana yakışır, dağlar Ağacınız yapraklarla donanır Taşlarınız bir birliğe inanır Hep çiçekler bağrınızda gönenir Pınarınız çağlar, akışır, dağlar Rüzgâr eser, dallarınız atışır Kuşlarınız birbirile ötüşür Ören yerler bu bayramdan pek üşür Sünbül niçin yaslı bakışır, dağlar Karaca Oğlan size bakar sevinir Sevinirken kalbi yanar, görünür Kımıldanır hep dertlerim devinir Yas ile sevincim yıkışır, dağlar
Çukurova'ya baharın gelişini böyle anlatır koca âşık...
Onun deyişlerinin birinci süsü, hayalden değil, var olan, cıvıl cıvıl kaynaşan doğanın içindeki bahardır.
Güller menevşeler, sümbüller tüm sevimlilikleriyle gülerler, boyunlarını eğerler, sevgililer gibi göz kırparlar. Biz de onların kokularını duyar, renklerini, biçimlerini görür gibi oluruz.
Yaz gelince coşar coşar bitersin Güz gelende başın alır gidersin Yavru, boynun neden eğri tutarsın Senin derdin benden beter menevşe
Sahi, neden boynunu eğri tutar menekşe... Çiçekleri sevgiliye benzetip, onun yerine koyup öyle görmek, bir âşık gibi bakmak, ona sevgiliye seslenir gibi seslenmek bizim Karaca Oğlan’ın huyu... O, yaşama sevincini ne derinden duyuyor...
Onun türkülerinde ceranlar oynaşır, sığınler böğürür, ormanlarda karacalar koşuşur. Turnalar katar katar olup sevgiliye doğru süzülür gider, bizimki onlarla selâm gönderir dostuna, yârenine... Göllerde yeşil başlı gövel ördekler yüzer, kimi iner kimi kalkar... Alıcı kuşlar havada döner yalçın kayalardan şahinler engine süzülür... Güvercinler havada takla atar...
Doğaya böylesine tutkun bir âşık olursa, hey gidi hey... neler demez... Sevdiğinin yüzü de doğanın bir parçası gibidir..
Yüzlerin bahçenin narı Beyaz gövden yayla karı Şensin doğan aylar nuru Kız, irengin gül mü yoksa Karaca Oğlan, böyle sandık Ağız fincan, burun fındık Billur gibi beyaz pambuk Beyaz gövden kar mı yoksa
Güzeli böyle seven âşık, ya kıskanınca ne yapar? Çağdaş bir ozanımızın dediği gibi: "Sen bir âhû gibi dağdan dağa kaçsan da yine — Seni aşkım canavarlar gibi takib edecek" demez...
Gündüz hayallerim, gece düşlerim Uyandıkça ağlamaya başlarım. Sevdiğim üstünde uçan kuşların Tutup kanatların kırmağa geldim
der... Onun aşkı da doğanın gülleri gibi yumuşak... Canavarlar gibi vahşi değil... O, öyle kıskançtır ki, sevdiğinin üstünden uçan kuşların kanadını kırmak ister... Hepsi okadar... Bu kıskançlık ne "şairâne" dir... Bunu dünyada kaç ozan söyleyebilmiştir...
O, elinde sazı, dilinde gönülün sözü sevgilinin ardından giderken yollar, sevdiğinin, zülfüne bağlandığı için yürünür. Yüce yüce karlı dağlar, ardında ceylân gözlü yâr olduğu için aşılır... Soğuk soğuk pınarların suyu, yârin dudağı balı gibi içilir...
Karaca Oğlan kişileştirme (teşhis) sanatının o denli ustası ki, onda en küçük bir yapmacık sezilemez... Onun gözünde dağlar, taşlar, yaylalar, ırmaklar, pınarlar kişi gibi canlıdır. kendisi gibi duygulu ve de âşıktır yerine göre... Pınardan suyunu alıp giden kızların ardından pınar ağlar, bu ağlayışa koca âşık da acır, yüreği yanar... İşte, ağlayan pınardan bir parça...
Akça kızlar göç eyledi yurdundan Koç yiğitler deli oldu derdinden Gün öğle sonu da belin ardından Saydım altı güzel indi pınara Üçü uzun boylu, kaşların süzer Üçü orta boylu zülfünü düzer Sandım akça ceran çöllerde gezer San kınalı keklik indi pınara Karaca Oğlan bunu böyle söyledi İndi aşkın deryasını boyladı Kızlar gitti diye pınar ağladı Açıştım, yüreğim yandı pınara
ağlayan pınar değil, sensin koca âşık...
Ya bahar gelince... Gelmekte olan baharı nasıl karşılar? Bahar sevda getirir gönüllere... Âşıkların sinesi delik delik delinir... Eski dert üstüne dertler katar bu gelen bahar... Ah, bu kişiyi deli eden baharlar... Cümle kuşlar birikir, dil verip öter, ötüşleri ciğer deler... Gelen baharı nasıl karşılar Karaca Oğlan?
Şimdicek bir sevda düştü serime Biter gülü dağların, bahar kelli Göz göz oldu sinemdeki yaralar Sinem delik delik, bahar kelli Durmaz deli gönül, gamını atar Eski dert üstüne çok dertler katar Cümle kuş birikmiş, dil verip öter Kuşları ciğer deler, bahar kelli Telli turnam indi, döküldü göle Yüzü bürümüş al yeşilli vala Yaprağı karışmış kırmızı güle Misk-ü anber tüter, bahar kelli Der Karaca Oğlan, her gün ağlarım Eski dert üstüne dertler bağlarım Başı al lâleli yüce dağlarım Çıkıp edemedim seyr, bahar kelli
işte böyle karşılar baharı hızlın âşık Siz "ba har kelli" yerine "bahar geldi" de dilyebilirsiniz... Kelli, "artık" demek onun dilinde...
Ya, kış gelende ne der? . Bizimki öylesine âşıktır ki, iplik iplik yağan karlar bile yumuşak öpüşleriyle yerlere serilirken "Elif Elif" der.. Deli gönül derviş olup "Elif Elif" diye diyar diyar gezer... Doğayı böyleslne görür, böylesi ne duyar, tâ derinden bizim âşık
İncecikten bir kar yağar Tozar Elif Elif diye Deli gönül abdal olmuş Gezer Elif Elif diye
neden karlar Elif diye diye süzülüp inerler...
Çünkü elif bir harftir Arapça'da... Düz bir çizgidir... Kar da çizgi çizgi iner... Karın yağışına bakarken bile sevgilinin adını doğa olayına benzetmek gibi ince buluşlar başka bir ozanda görülmez, onlar Karaca Oğlan değildir de ondan...
Ona, dağların ozanı demek gerek... O, gezliği yerlerin, daha doğrusu yurdun her dağını görmüş, dağlarla senli benli, sevdiği ile konuşur gibi konuşur... İşte, Karaman ile Mut ilçesi arasındaki yaylaların göç yolundaki Eğri Dağı ile konuşması...
Eğri Dağı'nın taşında Avcılar gezer başında Yar yitirdim on beşinde Sana geldim, Eğri Dağı Eğri Dağı'nın başı taşlı Çelenleri hüma kuşlu Yar yitirdim hilâl kaşlı Sana geldim, Eğri Dağı Eğri Dağı’nın başları Ötüşür hüma kuşları Leylâ'nın hilâl kaşları Sana geldim, Eğri Dağı Karaca Oğlan döne döne Gezer dağlar, yana yana Yârim yitirdim, bir suna Sana geldim, Eğri Dağı
yitirdiği yarini araya dursun... Torosların başı bulutlarla güreş tutup çekişen yiğit koca Bulgar Dağı’nın yüceliğine çatan âşık karşısında yiğit görür, al yanaklı sanki...
Yürü bire Bulgar Dağı Senden yüce dağ olma mı? Sen yaylanın güzelisin Yanakların ağ olma mı? Bulgar Dağı iki çatal Arasında güller biter Bir yiğide bir yâr yeter İki seven del olma mı?
Ozanımız o denli doğaya bağlı, ona o denli vurgundur ki, sevgililerinin güzelliklerini hep doğanın bir yanı ile dile getirir. Birkaç örnek mısra verelim:
Sabahtan uğradım kıza Boyu selvi dala benzer Yanında bir gelin vardı Al yanağı bala benzer
daha çok yer almasın diye yalnız ilk dörtlüğünü verdiğimiz samaiden birkaç dize daha "Gelin al çimenli koru - Kız tomurcuk güle benzer" "Gelin yeşil başlı ördek - Kız turnada tele benzer" (tel, tüy demek) "Zülfünden bir tel versene - Koklayayım gül yerine" "Boynu yeşil gövel ördek - Sana bir göl gerek idi - Kanadının biri yeşil - Biri de al gerek idi".
Bitmez tükenmez Karaca Oğlan... Onu anlamak için tüm şiirlerini sindire sindire okumak gerek.,. O, kimseye benzemez. Kimse de ona benzeyemedi.