Halk şiirinin irticali özelliği ve ürünlerin sözlü gelenekle derlenmiş bulunması çok zaman kesin çizgilerle şairi hakkında bilgi edinilmesini engeller. Bu yüzden birçok halk ozanı birbiriyle karıştırılır, şiirlerin birkaç şaire birden maledilmesi sonucu ortaya çıkar.
Bu gibi durumlarda edebiyat tarihcilerimiz için iki belirgin tartışma konusu vardır. Birbirine benzeyen şiirler ayn şairleremi aittir, yoksa değişik yerlerde ağızdan ağıza nakledilirken varyant dediğimiz benzerlerimidir.
Kanımızca bu iki hususun dışında çok önemli olan ve dikkatlerden uzak tutulan bir husus vardır. Belirteceğimiz husus, yukarıda belirttiğimiz irticali özellikle sıkı sıkıya bağlıdır.
Halk ozanlarımız genellikle fazla okuyup yazması olmayan, kendi küçük çevresinin bilgi görgü, göresek ve kültürü içinde yetişen yetenekli kişilerdir. Bu dar çerçeve, onları şiirde belli hece ve kafiye ölçüleri içinde tutar. Şiirin irticalen söylenmesi de ozanlığın gereğidir.
Dolayısıyla ozan, herhangi bir yerde kendisinden bir şeyler söylenmesi istendiğinde; henüz duygulanmamış, bir başka tabirle konsantre değildir.
On anda aklına geliveren ve kendisine sunulan konuya uygun düşecek ayak ve hece ölçüsünü hazırdan kullanacaktır. Yani eskiden kullandığı bir ayağı ve hece ölçüsünü kullanıverecektir. Böylece eser de nisbeten pişkin olacaktır. Genellikle cönklere geçen veya orada bir okur yazar tarafından not edilebilen şiirler bu tür, gösteri ve istek üzerine söylenmiş olanlardır. Dikkat edilirse güçlü halk ozanlarımızın cönklere geçmiş veya herhangi bir şekilde not edilmiş şiirler, duygu yönünden anonim diyeceğimiz türkülere güfte olmuş şiirlerden daha zayıftır.
İşte Karacaoğlan da gördüğümüz kimilerinin varyant kabul ettikleri kimilerinin başka şairlere ait olduğunu iddia ettikleri şiirlerin karışmalarının temel nedeni budur.
Değişik bölgelerde, değişik ağızlarla, değişik konularda aynı ayakların aynı hecelerin kullanılarak varyantlann doğmasında şairin bu bölge İnsanına bilebildiği kadarıyla kendi telâk kileri, dilleriyle söylemek isteğinin dahli büyük tür.
Birkaç yıl önce halk atasözü deyişat derlemesi yaparken tarıma bağlı bir köyde şöyle bir deyişat derlemiştim :
"Yağmur gönenine ekilen darıdan, gün dönümünden sonra oğul veren arıdan, kocasından sonra kalkan garıdan hayır gelmez."
Bir süre önce dağ bölgesindeki yörük köylerinden birinde de aynı amaçla derleme yaparken karşıma yukardaki deyişatın bir başka biçimi çıktı:
"Islıkla su içen attan, buyurmayla tutan ev lâttan, kocasından sonra kalkan avrattan hayır gelmez"
Aynı kafiyeyi kullanan bu yan şiir deyişatta, malzeme olarak kullanılan unsurlara dikkat edince gördük ki, tanmla uğraşan köyde "Darı-Arı" önemli ve kadın "Garı" idi... Böyle bir ilişkisi olmayan ve tamamen göçebe yaşayan dağ köyünde ise "At ve evlât" çok önemli iki unsur, kadın ise "Avrat" tı. Bu kadın ismi sadece kafiye için kullanılmıştı.
İşte halk ozanı değişik aşiret boylan obalar arasında dolaşıp, onların duygu ve düşüncelerine sazıyla, sözüyle tercüman olmaya çalışırken bu özellikleri dikkate almak zorundadır. Bunu dikkate alırken de daha önce kullandığı bir ayak ve ölçüyü hazır malzeme olarak hemen kullanacaktır. Yani belleğindeki bir kalıba, dinleyenlerin istediği konuyu bütün yeteneğiyle dökmeye çalışacaktır.
Bu değişikliği en güzel biçimde kullanan Karacaoğlan, çağının ve kendinden sonra gelenlerin en çok ürün veren, en güçlü ozanı olduğu için varyant dediğimiz, bir başkasına ait dediğimiz türlerden en çok eser veren halk ozanıdır. Yakın zamana kadar kış aylarında ve ramazanlarda halka şiirlerle hikâyeler anlatan "Kara hikâyeciler" de bu tür değişikliklerde önemli bir etken olmuştur.
Karacaoğlanın şiirlerini tasnife tabi tutarken, ayırım yaparken bu faktöre dikkat edilmesi gereklidir.