Bu yaz tatilinde, 1939 ve 1940-1941 yıllarında başladığım "halk hikâyeleri derlemesi" işini devam ettirmek maksadiyle doğu Anadolu bölgesinde bir araştırma programı yaptım. Araştırmaları 3 kişilik bir heyet halinde yapacaktık; gezimiz 3-3 buçuk ay sürecekti; Sivas'tan başlıyarak, Erzurum, Sarıkamış, Kars, Artvin çevrelerinde devam edecekti. Maddi imkanların müsaadesizliğinden dolayı gezinin müddetini kısaltmak lazım geldi. Böyle olunca, halk hikâyelerinin derlenmesinde, belli bir yerde uzun zaman kalmak zorunu göz önünde tutarak, bir buçuk aylık zamanı halk hikâyeleri derlemesi için en elverişli yer olan Kars'taki çalışmalara hasretmek gerekti. Geziye Enstitümüz ilmi yardımcılarından ve halk hikâyeleri üzerinde doktora tezi hazırlamakta olan İlhan Başgözle, ögrencilerimizden Özdemir Sarıca iştirak ettiler.
Kars'taki çalışmalar: Kars'ın içinde, gittiğimiz sırada, derhal bizimle çalışmağa hazır, aâık Gülüstan vardı: Onu, dört yıl önce Kars'ta kaldığım zaman tanımıştım. Bana o zamanki ilk çalışmalarımda yardım etmiş olan ve kendi topladığı hikâyelerden 9 tanesini(1) Enstitümüzdeki Folklor Arşivi için Fakültemize satmış bulunan, Fahrettin Çelik (Kırzıoğlu)'i yine Kars'ta bulduk. O, Kars bölgesindeki âşıklar ve hikâyeciler hakkındaki bilgisinden bizi yine büyük ölçüde istifade ettirdi. Kendisine burada teşekkür etmeyi borç bilirim. Fahrettin Kırzıoğlu bize, aslı İrevan toprağından olmakla beraber uzun zamandır Kars'ta oturan Kahraman oğlu Aşık Muharrem Günay'la; aslı Taşnikli olup şimdi İğdir'de oturmakta bulunan Aşık Abbas Dilir'i tanıttı. 64 yaşlarında olan Abbas Dilir, 20 yıldan fazla bir zaman İran Azerbeycan'ında kalmış ; Kars bölgesinde yaygın birçok hikâyelerin bizim için yepyeni varyantlarını söylüyor. Muharrem Günay da şimdi epiy ihtiyarlamış, sesini kaybetmiş olmaktan şikayetçi; onun için, eskisi gibi devamlı olarak meclislerde, düğünlerde hikâye anlatmağı bırakmış ; nadir hallerde, hatırlı bir dost düğünü olursa, gidip hikâye anlatıyor. Âşık Gülüstan, senelerce Aşık Şenlik'in çıraklığını yapmış, onun hikâyelerini, bilhassa Salman Bey'i ustasının üslübiyle bilmekle övünüyor. Bu üç âşık, şimdi kendilerini ihtiyarlamış saymaktadırlar; öyle tahmin ediyorum ki, yorucu bir sanat olan, üst üste gecelerce süren hikâye meclislerini canlılıkla devam ettirmek gücünü de artık pek duymuyorlar; belki de bu yüzden, genç rakipleri dururken, o kadar çok aranmıyorlar. -Burada şunu da kaydetmeliyim ki: yavaş yavaş piyasadan çekilen bu ihtiyar âşıklardan, halk hikâyelerine ve hikâyeciligine dair - onların genç muakkiplerinden öğrenemiyeceğimiz - pek çok şeyler tesbit etmek mümkündür; ve bunu gecikmeden yapmak lazımdır. Bu yıl Kars'a gidi şimizde, eski hikâyelerin çok dikkate değer varyantlarını bilen birkaç hikâyecinin Aşık Şenlik'in çırağı, Çıldırlı Aşık Hüseyin, Fahrettin Çelik (Kırzıoğlu)'e bazı hikaye parçaları yazdırmış olan Ali Dayı (Ali Işık) gibi çok değerli, ve birer canlı kaynak hükmünde olan âşıkların ölüm haberini işittik. Bu ihtiyar ustalar, ölüp giderken, kendileriyle birlikte, bir daha ele geçirmek imkanı olmı yan bilgileri ve sözlü sanatın çok değerli mahsullerini de gömüyorlar.
Bugün Kars'ta Ramazan geceleri ve kış geceleri iki kahvede devamlı olarak hikâye anlatılıyor. Bunların da iki gedikli hikâyecisi vardır. Daha çok "terekeme" ağzı hikayelere meraklıları çeken kahveyi Sosgirt'li Mehmet Hicrâni, yerli ve türkmen ağzı hikayeleri sevenleri toplıyan kahveyi de Sarıkamışlı Dursun Cevlâni idare ediyorlar. Bununla beraber köylerdeki düğünler daha pek çok âşıkları meşgul edecek kadar boldur: Düğüne, hikaye anlatıp saz çalacak, türkü söyliyecek âşık getirmek, muhakkak riayet edilmesi gereken bir gelenektir. Biz, yazık ki, bu düğünlere gidip dügün esnas ında hihâyenin mevkiini, ve söyleniş geleneğini butün "adab ve erkanı" ile yerinde tesbit edemedik; Kars'a gitti ğimiz sırada ot ve ekin biçme zamanı gelmişti; Ramazan'da düğünleri durduran âmillerden biri oluyor. Düğün en çok ilkbaharda ve sonbaharda oluyor.
Ramazan girerken, beklediğimiz iki âşık da Kars'a geldiler. Bunların her ikisi ile de: Cevlâni (Dursun Kılıç) ve Hicrani (Mehmet Kasım Ülker )1940-1941'de tanışmıştık. Cevlânî kahveci ile uyuşamadığı için bu Ramazan şehirde hikaye meraklıları yalnız Mehmet Hicraniyi dinlediler.
Ramazan geceleri kahvede hikaye anlatma geleneğinden, başka yazılarımda bahsettim (2). Oralarda fazla tafsilâta girişmediğim noktalar üzerinde biraz durmak isterim: Kahvede hikâye anlatmak, daima yeni yeni safhalar gösteren, mürekkep, mudil bir sanat gösterisidir. Bu, merkezinde hikayeci-âşıkın bulunduğu bir temsildir. Hikayenin anlatılması safhasında faal olan yalnız odur. Ama bu meclisler aynı zamanda saz ve söz (türkü) meclisleridir. Aynı yerde, veya başka yerlerde, başka vesilelerle dinlenmiş olan bu hikayelerin vakalarının heyecan ve ilgi ile takip edilmesi kadar, sazla ve zengin çeşitli makamlarda söylenen türkülerin dinlenmesi, yani müzik ve şiir sanatları da bu toplantılarda aynı derecede ehemmiyet taşır. Hikayeyi yalnız âşık anlatır, ama hikâyeye girmeden önce, ve hikâye bittikten sonra, hattâ hikâyenin orta yerlerinde de, âşık hikayenin türkülerini ve bu türkülerin sonunda veya kıta aralarında bayatılarını söylerken, mecliste bulunanlardan sesi güzel olup makamlariyle türküleri söylemesini bilenlerin coşup âşıka katıldığı çok olur. Dinleyicilerin bazıları -şiir ve türküyü sevdiği kadar, onları çağırıp söylemesini bilmiyenler- dinleyiciler arasında güzel sesli ve türkü makamlarına aşina kimseleri kışkırtıp onlara söyletiyorlar ; böylece aynı gecede faslın tabii müddetine bakarak bir iki saat uzadığı, sanatkâr dinleyicilerin âşıkla nöbetleşe, türkü faslını devam ettirdikleri olur. Bu, biraz da, âşıkın heyecanını etrafa sirayet ettirecek bir haleti ruhiye taşıyıp taşımamasına, mecliste bulunanların keyiflerine ve neşelerine bağlıdır. Bu fasılların çok canlı ve neşeli örnekleri, muhakkak ki, mecliste hikâye anlatan ayarında bir sanatkâr âşıkın bulunduğu zamanlarda görülür. Biz bulunduğumuz toplantılarda böylesine raslamadık. Yalnız, kendi halinde dinleyicilerden coşup, hattâ âşıkın elinden sazını da alarak, onunla yarışa çıkanlar gördük.
Kahvedeki dinleyiciler, gerçekten ayrıca tetkike değer bir konudur. Kahvenin iyi, bir dereceye kadar ferah yerlerindeki masaları (birinci mevkileri diyelim) ufak memur, talebe, eşraf... gibi, ya servetiyle veya kültüriyle "sivrilmiş" kimseler tutuyor; âşıkı teşvik eden, alkışlıyan, coşup bağıran, âşıka, türküleri şu veya bu makamda söylemesi hususunda direktifler veren bunlardır. Bunlar, kahveciyi de, âşık'da memnun edebilen kimselerdir: âşıka, arada bir, pek beğendikleri türküleri söylediği zamanlar bahşış verdikleri olur. Âşık hikâyesini anlatırken bunların konuşmalarıda eksik olmadığı için, âşık bunları yanlarındakilere çay ikram etmek suretiyle cezalandırıp kahvecinin çay satışını da bu sınıf dinleyicileri sayesinde artırmış olur. Bu seçkin dinleyiciler bir gecede bir tek çayla kalmayıp birbirlerine çay ikram ettikleri için, kahvecinin bir gecede bir tek masadan 5-10 lira aldığı olur. Ama, öyle sanıyorum ki, hikayecinin asıl candan ve devamlı dinleyicileri bunlar arasında değildir; gerilerde, masasız sıralar veya iskemleler üstünde, birbiri üzerine binmiş vaziyette oturan, kimi de ayakta kalan, saatlerce bu rahatsızlığa katlanan kalabalık dinleyici kitlesi: hikayelerin asıl meraklı ve sürekli dinleyicileri bunlardır. Bunlar, çoğu genç veya orta yaşlı, tek tük ihtiyar, fakir veya orta halli esnaf, çırak, kalfa, işçi, çiftçilerdir; her biri ayrı ayrı kahveciye büyük kâr temin etmezler, kalabalık olmaları kazandırır: Gecede bir, iki çayla yetinirler. Kahve, haddinden fazla sıkışılmak suretiyle 100 kişi kadar alıyor. Yersizlik yüzünden, zaten pek fazla hasılât getirmiyecekleri de muhakkak olan çocukları içeri almıyorlar, ama bunlar, içeri girip hikâye dinlemek isteğiyle, kapının önünde gürültü etmekten geri durmuyorlar. Öyle görülüyor ki, Kars bölgesinde halk hikayeleri dinlemek, hala büyük bir ihtiyaçtır. Bu sanat, bu çevrede -hattâ şehirlerde bile- bütün zenginliğiyle yaşı yabiliyor.
Hikâyecilik sanatı modern tesirlerden de kurtulamamaktadır. Bu yıl, kahvedeki bazı seanslar ında, âşık Hicranrnin saz yerine eline "cümbüş" aldığını gördüm. Bunun sebebini kendine sordum, müşterilerinden birçoğunun böyle istediğini söyledi. Mehmet Hicrâni, 4 yıl önce askerlikle İstanbul, Bursa taraflarında gezdi. Öyle sanıyorum ki, müşterilerine bu daha modern aleti -saz düzenine uydurup- önce o gösterdi; bazıları, şarkıcı ve tiyatrocu kumpanyalar ında da gördükleri cümbüşü gerçekten tercih ediyorlar. Ama, cümbüş, türkülere koşulan melodilerde, sazın özelliklerinden birçok şeyleri kaybettiriyor.
Ramazan içinde, sırf bize hikâye yazdırmak üzere, Sarıkamışlı Bektaş Usta da (Âşık Zemini) Karsa geldi. Bektaş da, Dursun gibi Türkmen (Alevi) âşıklardandır. Hikayeleri yerli-Kars varyantlarıdır. Bektaş Usta epiy ihtiyarlamıştır; kahvelerde saz çalmıyor. O eski yazı ile yazmasını bilir. Kahvelerde, sık sık anlatmadığı, veya kısaltarak anlattığı için unuttuğu hikâye epizotlarını, ve türküleri, bir deftere kaydetmiştir; bu defterin rehberliğinden faydalanarak hikayeleri tam olarak anlatmak zorundadır.
Böylece Kars içinde, 6 âşıktan hikayeler yazdık. Bazan bunlardan üçü veya ikisi ile birlikte çalışmak gerekiyordu. O zaman her birimiz bir âşıkın anlattıklarını yazmak suretiyle işbölümü yaptık. Kars içinde yazdığımız hikayelerin adlarını, kimlerden yazıldığını ve herbirinin sahife sayısını âşağıdaki cetvelde gösteriyorum:
Hikâyenin adı | Söyliyen âşık | Sahife |
1. Zülal Şah oğlu İbrahim | Muharrem Günay | 94 |
2. Lâtif Şah | Muharrem Günay | 82 |
3. Mesim ile Dilebruz | Muharrem Günay | 66 |
4. Dede Kasım (Hasta Kasım) | Abbas Dilir | 52 |
5. Emrah ile Selvi | Abbas Dilir | 99 |
6. Tufarkanlı Abbas | Abbas Dilir | 161 |
7. Tahir Mirza | Gülistan | 56 |
8. Hüseyin Şehzade | Gülistan | 49 |
9. Salman Bey | Gülistan | 114 |
10. Haydar Bey | Dursun Kılıç | 46 |
11. Aşık Garip | Dursun Kılıç | 85 |
12. Şair Zemini (Otobiyografi) | Bektaş | 41 |
13. Eşref Bey | Bektaş | 160 |
14. Tahir Mirza | Bektaş | 95 |
15. Umman Bey | Mehmet Kasım Ülker | 87 |
16. Hanlar | ehmet Kasım Ülker | 51 |
17. Kenan ile Hanzade | Mehmet Kasım Ülker | 82 |
Toplam : | 1420 |
Cılavuz'daki çalışmalar: İlmi yardımcımız İlhan Başgöz'le öğrencimiz Özdemir Sarıca, Kars'ta çalışmalarına devam ederken ben Cılavuz Köy Enstitüsüne gittim. Orada, Enstitü müdürü Bay Halit Ağanoğlu'nun misafiri olarak 4 gün kaldım. Bunun 2 gününü, Enstitü yakınındaki Porsuklu köyünden çağırdığımız Âşık Merdan'dan hikayeler yazmakla geçirdim. Âşık Merdan? Bilhassa hikâyelerin manzum parçaları için o kadar iyi bir kaynak değildir. Bununla beraber, onun repertuvarında, şimdiye kadar adlarını duymadığımız birçok hikayeler vardır. Bunlardan, aşağıda adlarını ve sahife sayısını gösterdiğim dört tanesini bu sefer tesbit ettim:
Hikâyenin adı | Söyliyen âşık | Sahife |
18. Derviş Mehmet | Merdan | 54 |
19. Mehmet ile Ahmet | Merdan | 31 |
20. Battal Yusuf | Merdan | 18 |
21. Hadder Mihrali | Merdan | 21 |
Toplam : | 124 |
Bir gün, Enstitü öğrencilerinin çayır biçmek üzere kamp kurdukları, Ardahan yolu üzerindeki Kiziroğlu köyünün yaylasına çıktık. Kiziroğlu köyü de epiy yüksek bir köydür; yaylası 2900 metredir. Bu köy adını Köroğlu'nun meşhur arkadaşından alıyor. Erzurum anlatması Köroğlu hikâyelerinin sonunda Âşık Mıkdat' ın rivayetine göre Köroğlu, arkadaşlarını dağıttıktan sonra Kiziroğlu gidip bu köye yerleşmiştir; aynı rivayete göre, Erzurumda onun neslinden bir aile vardır, bunlara Karahanoğulları derler. Bugün Kiziroğlu köyünde, oranın eski halkından kimse kalmamıştır. Bugünkü ahalisi, bu bölge Türkiye'ye geçtikten sonra yerleşmiştir. Bununla beraber burada, Köroğlu'nun ve Kiziroğlu'nun hikâyesini bilenler vardır. İlerde, bu hikayeleri, yer adlarına bağlılıklarını gösterek tesbit etmek lazım gelir. Cılavuz yakınlarında, Köroğlu ile savaşları meşhur, Mamaş Bezirgan' ın adını taşıyan bir yer de vardır.
Cılavuz köy Enstitüsünde folklora ilgi gösteren ve bu sahada araştırmalar da yapan iki öğretmen arkadaşla, Türkçe öğretmeni Kemal Soydan ve öğretmen Zakir Güven'le tanıştık; onlarla çalışma planı üzerinde konuştuk. Zakir Güven, daha çok halk şairlerine ait bilgiler ve metinler toplamağla heves gösteriyor; Kemal Soydan, folklorun bütün konulariyle ilgileniyor. Bu arkadaşlar, ilk elde, öğrencileri vasıtasiyle masal derleyip bir masal kolleksiyonu meydana getirmeyi ve bunların birer nüshasını Fakültemizdeki Folklor Arşivine armağan etmeyi. vadettiler. Bizim, Profesör Eberhard'la beraber meydana getirdiğimiz "Türk Masallarının tipleri" adlı tetkik için faydalandığımız 2200 masal arasında Kars-Artvin bölgesine ait hemen hemen hiç metin bulunmadığı düşünülürse bu koleksiyonun değeri bir kat daha artar. Bu çevredeki halk hikâyelerinin kaynaklarını ve meydana gelişlerini incelemek için de, buralar ın masallarının toplanmış olması lazımgelir.
Sahlarna'da 3 gün kadar kaldık ; bu köyün yakınlarındaki âşıklardan haber sorduk. Ancak, Aküzüm'den Aziz Ağa'yı, ayrılmazdan bir gün evvel getirtmek mümkün oldu. Âşık Aziz, birçok hikayeler bilir, güzel anlatır; tam mânasiyle "professionnel" bir âşık olmamakla beraber kendinin de maceraları ve bunlara yakılmış türküleri pek çoktur. Ondaki hikayeleri yazmak -bütün onun gibi professionnel olmıyan âşıklar için de aynı şey varittir- ancak kış mevsiminde mümkün olacaktır; bu mevsimde ziraat işleriyle meşguldür. Beraber geçirdiğimiz iki gün içinde kendi başından geçenlerle bazı ünlü âşıkların -mesela Âşık Şenlik'in- maceralarından meclisler ve türküler yazdık.
Erzurum'da, dönüşte bir gün kalabildim. Umumi Müfettişlik Milli Eğitim Müşaviri ( şimdi İstanbul Milli Eğitim Müdürü) Bay Murat Uraz'la Karsa geldiği zaman görüşmüş, ve onun halk hikayeleri üzerindeki çalışmalarına, hususiyle yayınladığı hikayeleri nasıl işlediğine daia değerli bilgiler edinmiştik. Bay Murat Uraz, elinde bulunan ve yayınlamak niyetinde olmadığı Köroğlu hikâyelerini Arşivimize hediye etmeyi vadetmişti. Erzurumda bu vadini yerine getirmek iyiliğinde bulundu. Bu hikayeler, Murat Uraz'ın vaktiyle, 1928'de, Erzurum Lisesi Müdürü iken Erzurumlu Âşık Mıkdat'tan yazdırdığı -ve aslı Kars'lı Aşık Kılıççı Mustafa'ya çıkan- Köroğlu kollarıdır. Murat Uraz bu metinlerin bir nushasını, şimdi Trabzon Lisesinde Edebiyat öğretmeni bulunan Sırrı Numan Bilgeye, bir nushasını da Müzeler ve Antikiteler Müdürü Hâmit Zübeyir Koşay'a -faydalanmaları için- vermişti. Bu metinlerin, halk hikayeleri üzerinde çalışırken elimizin altında bulunmasını, karşılaştırmalarda bunlardan da faydalanmayı çok arzu ediyorduk; fakat hususi ellerde bulunan kopyalardan ve Sırrı Numan Bilge'nin, üzerinde çalışarak bir lisans vazifesi haline getirdiği, İstanbul'da Türkiyat Enstitüsündeki nushadan faydalanmak çok defa imkansız oluyordu. Şimdi, Arşivimizdeki metin malzemesine kattığımız, ve karşılaştırmalar için faydalanabileceğimiz bu Köroğlu kollarının adlarını ve sahife sayılarını aşağıya yazıyorum :
Kolun adı | Sahile |
1. Köroğlu'nun bidayeti ve Ayvaz kolu | 7 |
2. Köse'nin kolu | 4 |
3. Ferman-Bağdat kolu | 11 |
4. Hasan Paşa-Silistre kolu | 25 |
5. Bolu Beyi kolu | 26 |
6. Halep kolu | 26 |
7. Telli Nigar kolu | 11 |
8. Kırım-Gülendam kolu | 12 |
9 Kenan kolu | 26 |
10. Hasan Bey-Dağıstan kolu | 29 |
11. Cığa kolu | 18 |
12. Kayser kolu | 14 |
13. Gürcistan-Lezgi Ahmet kolu | 13 |
14. Köroğlu'nun encamı | 2 |
Toplam : | 224 |
Bu yılki derlememizin neticelerini aşağıda gösteriyorum:
Netice: Arşivde, 1945 yazına kadar toplanmış hikâyeler 42 ayrı hikâyeye ait 72 varyanttan ibaretti, ve bunlar 2354 sahifelik bir malzeme teşkil ediyordu.
1945 yazında 23 ü yeni hikâye olmak üzere 35 hikâye derledik; bunlar 1768 sahifelik bir metin malzemesi meydana getiriyor.
Böylece bugün Arşivimizdeki halk hikâyeleri koleksiyonu 65 ayrı hikâyeye ait 107 varyanttan ibarettirki, bunlar 4122 sahifelik bir malzeme teşkil ediyor.
Bu hikâyelerden "Salman Bey ile Lâtif Şah, musannifleri belli hikâyelerdir: Bunları Birinci Cihan Harbi içinde ölmüş Çıldırlı meşhur Âşık Şenlik tasnif etmiştir. Bunlardan Salman Bey'in nasıl meydana getirildiğine dair "Halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği" adlı kitabımda bilgi vermiştim. Biz bu sefer, bu hikâyenin meydana gelmesine vesile olan vakaya ait, hikâyeci Gülistan'dan tamamlayıcı bilgi edinmek, ve o vaka ile ona bağlanan türkülerin yerini hikâye içinde göstermek imkânını bulduk.
Âşık Mehmet Hicrâni bize bir "kara hikâye" nin nasıl türkülü hikâye şeklini aldığını metin üzerinde tesbit etmek imkânını verdi. Bize "Kenan ile Hanzade" hikâyesinin evvelâ "kara hikâye" şeklini yazdırdı; sonra bunu, türkülü hikâye şeklinde anlatıldığı zamanlarda zenginleştirdiği ve türkülerle süslediği yerleri, ilâve ettiği vakaları, v.s. göstererek yazdırdı. Böyleee biz, Âşık Mehmed'in küçükken babasından dinlediği bir "kara hikâye"yi türkülü halk hikâyesi şekline geçirişinin seyrini tesbit etmek imkânını bulduk. Aynı âşık bize "Hanlar" hikâyesiyletıpkı Salman Bey gibi, realist bir vakanın eski çağlara götürülerek "halk hikâyesi" konusu oluşuna örnek verdi.
Bu sefer tesbit ettiğimiz hikâyeler arasında Âşık Muharrem tarafından anlatılan "Mesim ile Dileburuz" hikâyesi, tıpkı Müdâmî'den yazdığım "Mahzuni, hikâyesi gibi, vakası Süleyman Peygamber zamanına götürülmüş, birçok motifleri "menâkib" ve "kısas" kitaplarından alınmış görünen bir hikâyedir. Aynı âşıktan yazdığımız "İbrahim, Zülâl Şah oğlu" hikâyesi de, Müdâmî'den tesbit ettiğim "Yahudi Kızı" tipinde, zalim bir yahudinin dengi olmıyan bir kızı takibi macerasını anlatır.
Bektaş Usta'dan yazdığımız "Şair Zeminî", bir otobiyografidir; âşıkın, Kars—Sarıkamış bölgesi Rus işgali altında bulunduğu zamanda Rusya içlerine sürgün edilmesinin macerasıdır. Arşivimizdeki, Aşık Ali İzzet'e ait otobiyografik hikâye çeşidindedir.
Hikâyelerin kaynaklarına ve "tasnif"lerine dair, bu seferki tetkiklerimiz sırasında, "Halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği" adlı kitabımda dokunmamış olduğum bir vâkıaya rasladık: Âşıklara hikâyelerinin kaynakları sorulduğu zaman, bazı hikâyeleri "İran çapı" veya "Kafkas çapı" (çap=basma) kitaplardan öğrendiklerini söylüyorlar; yahut da -çoğu okuma yazma bilmediklerine göre- bunları bir kitaptan dinlediklerini ve kendileri için bu kitabı yazı bilen bir kimseye kopya ettirdiklerini anlatıyorlar. Aceba bu kitaplar nelerdir? Hakikaten basına eserler midir? Yoksa -büyük bir ihtimalle- yazma ile basmayı karıştırıyorlar mı? Tahminimize göre, her iki ihtimal de vârittir. Hikâyelerin birçoğu, vaktiyle yazına veya basma halinde tesbit edilmiş, bu kitaplardan tekrar sözlü geleneğe geçmiştir. Meselâ, yukarda adı geçen kitabımızda Sosgert'li Âşık Mehmet Hicrânî'nin tasnifi diye birçok hikâyelerin adını vermiştim. Bu Sefer, Âşık Mehmet'le konuşmalarının sonunda öğrendik ki, bu âşık, hikâyelerinden bir kısmının tam mânasiyle musannifi değildir; o bu türlü hikâyelerin, sadece konusunu veya "kara hikâye" şeklini bir yazılı eserden almış değildir; bu şekilde tasnif ettiği hikâyelerin yanında, tasnif edilmiş, kitap halinde -yazma veya basma- türkülü bir hikâyeyi alıp, onda değişiklikler yapmak, yeni türküler ve epizoları ilâve etmek, bazı yerlerini kendine göre değiştirmek, güzelleştirmek suretiyle ona yeni bir şekil verdiği de olmuştur. O bu türlü bir işi de "tasnif" sayıyor. Biz bu seferki tetkiklerimiz sırasında onun bu çeşit "yenileştirme" ye tâbi tutmak suretiyle "meydana getirdiği hikâyeleri ötekilerinden ayırmış olduk.
Bugünkü âşıkların anlattıkları hikâyeler içinde böyle, daha eski bir kitaptan alınarak yenileştirilmiş, ve tekrar sözlü geleneğin malı olmuş hikâyeler herhalde pek çoktur. Bunlara kaynak olmuş kitapları görüp sözlü gelenekten tesbit edilenlerle bunları karşılaştırmak lâzımdır. Böylece, hikâyelerin tekevvününde yeni bir gelişme çeşidi tesbit etmek mümkün olacaktır. Âşıkların ve. arkadaşımız Fahrettin Kırzıoğlu'nun verdikleri haberlere göre bu çeşitten kitaplar -ve mensur hikâye, tarih, menâkıb, v.s. gibi, türkülü halk hikâyelerine kaynak olabilecek başka kitaplar- hususi ellerde bulunmaktadır. Halk hikâyeleri üzerinde -bilhassa bunların telifi meselesi üzerinde- tetkikler ""yaparken, bu kitapları toplamayı, bugün yenileşmiş, zenginleşmiş olarak sözlü geleneğe mal olmuş hikâyelerle onların bu kaynaklarını karşılaştırmağı da ihmal etmemelidir. Bizim, hikâyelerîn tekewünü ve varyantların meydana gelişi hakkında ileri sürdüğümüz izahlara, bu gibi kitaplar, yeni bazı nuancelar ilâve edecektir. Halk edebiyatının bu ehemmiyetli konusunu yakından ilgilendiren bu kaynak - kitapların mahvolup gitmeden, hususi eller- den toplattırılması herhalde çok yerinde olur.
Biz, "Halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği" adlı etüdümüzde, tesbit edilmiş hikâyelere ait listenin yanına, adlarını duyup henüz tesbit edemediğimiz hikâyelerin listesini de ilâve etmiştik. Bu yılki tetkiklerimiz sırasında bu ikinci listeyi zenginleştirecek yeni isimler de tesbit ettik.
Bunları aşağıya yazıyorum:
II nci bölümdeki hikâyelerin adlarını Porsuklu'lu Âşık Merdan'dan yazdım. Bunlardan bazılarının, meselâ Ceyhuni ve Genceli Sümmânî hikâyelerinin birinci bölümdeki gibi bir âşıkın maceralarının bir hikâye üslübiyle anlatılmasından ibaret olması mümkündür. Netekim Âşık Merdan, Cılavuzda bir gece, kısa bir hikâye istenince, bize Aşık Şenlik'in bir meclisini anlattı; onun tam bir hikâye ile, henüz hikâye olmamış meclisleri birbirinden ayırdetmemesi hatıra gelebilir. O, bunların birer hikâye olduğunu ileri sürüyor. Bu nokta, ancak bu hikâyeler tesbit edildikten sonra belli olacaktır.
İlmî yardımcımız İlhan Başgöz, ayrıca, bir müddet Gemerek'te kaldı, ve halk edebiyatı konularını ilgilendiren araştırmalar yaptı; bazı yerli hikâyeler ve türküler derledi. Onun bu bucakta ve yakın köylerde geçirdiği günler içinde en dikkate değer çalışmaları, o bölgedeki Aleviler ve Türkmenler arasında olmuştur. İlhan Başgöz, Türkmenler arasında çok düşüp kalkmış olan dayısı Bay Fikri Gönen'den halk şairlerine, bilhassa oralarda çok tanınmış olan Dadaloğlu'na ait birçok metinler almıştır. Bundan başka o, Gemerek çevresinde konup göçen Türkmenler hakkında, Türkmen Topal Ali Koçdağı'dan, bu zümrelerin kabile adlarını tesbit etti ve yakın ve uzak tarihleri hakkında birçok rivayetler topladı. İlhan Başgöz'ün, gerek Kars'taki, gerek Geremek'teki çalışmalarına ait -bilhassa metod meselelerini ilgilendiren- bazı notla- rını ayrıca dercediyoruz.
(1) Bu hikâyelerin adları, "Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesinde halk edebiyatı ve folklor arşivi" adlı makalemizde D.T.C.F. Dergisi, 1942. e. 1, sayı 1, s. 103 - 104. verilmiştir.
(2) "Folklar ve Edebiyat, II" ve "Halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği" adlı kitaplarıma bakınız.