1947 kış semestri tatili içinde Çukurova bölgesinde yapmayı düşündüğümüz araştırma gezisinin programını, iki Fransız dilci arkadaşımızla, M. Rene Giraud ve M. Louis Bazin'le birlikte kararlaştırdık. M. Rene Giraud, Yörükler'in dili üzerindeki çalışmaları için malzeme toplamak istiyordu; M. Louis Bazin de, Türkmenler, Yörükler ve Tahtacılar gibi, Türk dilinin eski şekillerini ve kelime hazinesini muhafaza etmiş bulunan halk ağızlarından, üzerinde durduğu mukayeseli Türk grameri konuları için faydalı bilgiler edineceğini umuyordu. Benim için ise Çukurova bölgesi oldukça meçhul bir saha idi: Ben oraları şimdiye kadar araştırma amacıyle gezmemiştim; bundan başka, Çukurova'nın folkloru başka araştırıcılarca da pek az işlenmiş bulunuyordu.
Gezimiz, böylece, müşterek folklor-dil incelemesi plânına dayanacaktı. Folklor incelemeleri, dil, etnoloji, etnografya ve sosyoloji araştırmalariyle birlikte yürütüldüğü takdirde, şüphesiz ki, çok daha verimli ve daha manalı olur; bu türlü müşterek çalışmaların getireceği müsbet neticeyi bu gezide bir defa daha görmek imkânı oldu.
Dilci arkadaşlarımız bilhassa "Yörüklerin ağızları" konusu üzerinde durdular. Yörük ağzının vokabüler, fonetik, morfoloji ve sentaks hususiyetlerini tesbit ettiler. Bu ağzın, aynı bölgelerde yaşamalarına, bazan yan yana, aynı köyde bulunmalarına rağmen Çukurova yerlileriyle, iskân Türkmenleriyle ve Tahtacılarla ne dereceye kadar farklılık gösterdiğine dair bilgiler edindiler.
Gezimiz 10 Şubat'tan 25 Şubat'a kadar sürdü. Bu on beş günlük zamanın 8 gününü Ceyhan kazasına bağlı İmren köyünde, 4 gününü de Pozantı'da geçirdik. İmren köyü, Yörüklerle Türkmenler üzerinde çalıştığımız yer oldu. Bu iş için bu köy çok elverişliydi. İmren adının, Dede Korkut kitabı'nda geçen "Beğil oğlu İmren" ile bir ilgisi var mıdır? buna kesin bir cevap vermek mümkün değil; yalnız, Oğuz-Türkmen aşiret adlarından pek çoğunun, o aşiretin atası sayılan bir şahsın adı olduğunu biliyoruz. Bu adlar, sonradan, yerleşen Oğuzların ve Türkmenlerin köy adları olmuştur. İmren'in asıl yerli halkı, "Fırka-i İslâhiye" zamanında yerleşmiş iskân Türkmenlerinden, Cerit aşiretindendir. Cerit, Türkmenlerin, bilhassa dövüşçülükle ün almış bir aşiretidir. Dadaloğlu'nun şiirlerinde, Köroğlu hikâyesinin ve şiirlerinin Maraş ve dolayları rivayetlerinde Avşarlarla birlikte en çok adı geçen aşiret budur. İmren'in çok yakınında, aynı muhtarlığa bağlı Canlı mahallesi, 20 yıl dan beri yerleşmeğe başlıyan Kara-Tekeli Yörük aşiretinden meydana gelmiştir; bu mahallede olsun, İmren'in içinde olsun, Yörük yerleşmesi devam etmektedir. İmren'in içine geçen seneden beri yerleşmeğe başlıyan Saçı-Karalı Yörükleridir. Bunlardan, henüz toprak sahibi olmamış aileler köyün hemen civarında çadır kurup kışlamaktadır. Burada, hattâ, iki kardeşten birinin köyde ev yapmış, ötekinin henüz çadırda oturduğu görülüyor. Köyün bu yerleşme hususiyeti bizim incelemelerimiz için çok elverişliydi: Biz aynı bir köyde Ceritli iskân Türkmenlerini, 20 yıldan beri yerleşmiş bir Yörük aşiretini, yeni yerleşen ve henüz çadırda oturan başka bir Yörük aşiretini bir arada görmek imkânını buluyorduk.
Sekiz günlük bir zamanın, her bakımdan bu kadar zengin malzemenin yığılı bulunduğu bir yeri eksiksiz tetkik etmemiz için kâfi gelemiyeceği tabiidir. Esasen bu gezi, gerek dilci arkadaşlar için, gerek benim için, ilk bir keşif işi oldu. Çok zengin halk kültürü hazinesiyle Çukurova bölgesi, birçok ekipleri yıllarca meşgul edecek bir sahadır.
Pozantı'da son dört günümüzü geçirdik. Pozantı'ya, 15-20 seneden beri Tahtacılar yerleşmektedir. Şimdi nüfusun ekseriyetini onlar teşkil ediyor. Tahtacılar da, sosyoloji, folklor ve kültür tarihi araştırıcıları için geniş, ve henüz pek az işlenmiş bir tetkik sahası arzediyorlar.
Bize bu gezimizde Adana Müzesi Müdürü, değerli arkadaşımız Naci Kum da katıldı, yorgunluklarımızı paylaştı, tecrübe ve bilgileriyle bize büyük yardımlarda bulundu. Burada kendisine candan teşekkürümüzü bildirmeyi bir borç bilirim.
Bu geziden, belli başlı bir konu üzerinde bir sonuç elde etmiş değiliz. Yukarda da söylediğim gibi, bu, Çukurova bölgesinde, Türkmen, Yörük ve Tahtacı toplulukları içinde yapılan ilk bir keşif gezisi olmuştur. Bu makalemde, gezimiz esnasında, belli başlı iki çalışma merkezinin, İmren köyüyle Pozantnın etnoloji, etnografya, folklor ve ve halk edebiyatına ait edindiğimiz bilgilerin, ve derlediğimiz malzemenin kısa bir bilançosunu vereceğim. Yazının sonundaki eklerde de okuyucular ayrıca iki mevzu üzerinde, bu gezi ile bundan bir müddet evvel Kırıkkaleye bağlı Bey obası köyüne yaptığımız bir gezinin verimlerini bulacaklardır.
I. Etnoloji ve etnografya notları:
1. Cerit Türkmenlerinin, Yörüklerin ve Tahtacıların aşiret bölümleri, yaşayışları ve türlü sosyal münasebetleri, âdetleri ve ananeleri hakkında notlar.
2. Türkmen aşiretlerinin göçebelik devrindeki aşiret münasebetlerine dair, bilhassa aşiret savaşları hakkında notlar.
3. Çadır ve ev şekilleri, ev eşyaları, kilim, heybe, kaval, v. s. hakkında tasvirî notlar. Bunlarla ilgili kelimeler. Bu çeşitten notların, umumiyetle dil tetkiklerinde, hususi olarak halk edebiyatı metinlerinin açıklanmasında ne kadar verimli olacağına ufak bir misal vereceğim: Meşhur Kozanoğlu türküsü'nün şu kıtasında:
Kara çadır eğmeyinen... Kurşun gelip değmeyinen... Ne kaçryon Kozanoğlu Beşyüz atlı gelmeyinen.
birinci mısradaki eğmeyinen'ı, ikinci mısradaki değmeyinen'e benzeterek, "eğme" masdar ismi olarak kullanıldığını sanıyorduk; böylece mısra müphem, hattâ mânâsız kalıyordu. Halbuki kara çadır'la ilgili terimler arasında „eğme„ nin başka bir izahını bulmak mümkündür. Eğme, kara çadıra bitişik, bükülmüş, eğilmiş dallardan yapılma, hayvanlara mahsus, üstü çulla örtülü ufak çadır demektir. (Krş. Söz derleme dergisi, II, 512; eğme kelimesi). Böylece, türkünün bu mısrasında, mânâsız ve rasgele kelimeler sıralanmış olmuyor; kısa bir şekilde, birkaç kelime ile karaçadırla müştemelâtının tasviri yapılmak isteniyor.
II. Menkabeler:
1. Eşkiya menkabeleri: Çakıcıya dair menkabeler.
2. Halk şairlerine dair menkabeler ve biyografya bilgileri hususiyle Karacaoğlan'la Dadaloğlu hakkında.
3. Alevi büyüklerine ve şairlerine dair menkabeler: Deli boran hakkında iki menkabe.
III. Hayatları hakkında bilgi edinemediğimiz, maceraları birer rivayet gibi anlatılan halk şairleri veya. halk kahramanları hakkında küçük türkülü epizodlar:
1. Gündeşlioğlu: 2 parça.
2. Bıçakçıoğlu: 1 parça.
3. Boz Gedik: 1 parça.
4. Avşar-Cerit harbine ait, Seyit'ten : 1 parça.
IV. Halk şairleri metinleri:
1. Dadaloğlu: 12 parça.
2. Karacaoğlan: 18 parça.
3. Seyid Ali: 1 parça.
4. Âşık Ali: 1 parça.
5. Kürt Halil: 1 parça.
6. Kul Mehmet: 1 parça.
7. Abidin Bozkurt, Azizli köyünden, yaşıyan bir Ceritli şair: 3 parça.
8. Hasan Aydın: yaşıyan bir Yörük şairi, 4 parça.
9. Âşık Hacı: 1 parça.
V. Alevi şairleri metinleri:
1. Pir Sultan: 4 parça.
2. Hatayî: 3 parça.
3. Sefil Mehmet: 1 parça.
Bu IV. ve V. bölümlerdeki metinlerden, Pir Sultan, Karacaoğlan ve Dadaloğlu'na ait olup şimdiye kadar basılmamış bulunanları yazımıza ek olarak yayınlıyoruz.
VI. Türkülü halk hikâyeleri hakkında notlar:
İmren köyünde profesyonel âşık-hikayeci yoktur. Bu köye en yakın istasyona adını veren Veysiye köyünde Ahmet Cehan (Ahmetçe), saz çalmamakla beraber, "değnek tutup" türküleri makamla çağırmak suretiyle anlatan profesyonel bir hikayecidir. Onun anlattığı hikâyeler, tam mânasiyle, uzun, türkülü hikâyelerdir. Halk hikâyelerinden başka, saz şairleri metinlerini söylemekteki melekesiyle de ün almış olan Ahmetçe, İmren dolaylarında derin bir tesir bırakmıştır. Bu köyde ve Canlı mahallesinde söylenen hikâye epizodlarının, şiirlerin, Türkmenlere ait rivayetlerin çoğunun kaynağı odur. Ahmetçe ile ovada başka bir köyde buluşacak, ve bir kaç günü bir arada geçirecektik. Şiddetli yağmurlar bastırdı, ova köylerine gitmek imkânı kalmadı; bu yüzden, Ahmetçe'nin hikâyelerini dinlemek, tesbit etmek, onun hikâyeleri ve hikâyeciliğiyle Kars ve dolaylan metinlerini ve anlatma sanatı geleneklerini karşılaştırma işini başka bir zamana bırakmak zorunda kaldım. İmren'de, gerek Ahmetçe'nin, gerek, umumî olarak Çukurova bölgesi hikâyelerinin ve hikâye geleneğinin özelliklerine dair edindiğim bilgileri hulâsa edeyim.
İmren'de 12 büyük türkülü hikâye adı tesbit ettim:
1. Yeğen Ali (Ali Paşa),
2. Karacaoğlan,
3. İlbeylioğlu,
4. Sefil Abdurrahman,
5. Hurşit,
6. Köroğlu,
7. Asuman ile Zeycan,
8. Öksüzoğlan,
9. Şah Mayıl,
10. Emrah,
11. Deli Boran,
12 Ahmet Bey (veya Ahmet Paşa) ile Guhari.
Bunlardan, 2, 3, 5, 6, 7, 10 No. dakiler öteden beri malûm hikâyelerdir; derlenmiş tam metinleri veya kitapları vardır. 1, 8, 9, 11 ve 12 No. dakiler Kemal Sadık Göğceli'nin dinlediğine veya tesbit ettiğine dair bilgi verdiği hikâyelerdir (Bu hususta bak: Pertev N. Boratav, Halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği, s. 312). Sefil Abdurrahman, İmren'de öğrendiğimiz yeni bir hikâye adıdır. İmren'de bu hikâyelerden: İlbeylioğlu'dan 2 parça, Yeğen Ali'den 1 parça, Deli Boran' dan bir parça, Köroğlu'dan 1 parça, Karacaoğlan'dan bir hikâye epizodiyle 2 şiir parçası tesbit ettik.
Karacaoğlan, bu bölgede başı sonu belli bir hikâye olarak anlatılmaz; maceraları epizodlar halinde türküleriyle söylenir. Bizim tesbit ettiğimiz de böyle bir epizoddur. Bu parçayı yazımızın sonuna ekledik. Bu epizodun, Zihni Ardıç'ın "Karacaoğlan" kitabının giriş kısmında bir varyantı vardır; Radloff külliyatında (Proben... c. VII, metin, s. 297-324; hulâsası için bak: P. Boratav, Halk hikâyeleri. .. s. 184-185) tesbit edilmiş olan Karacaoğlan hikâyesinin bir epizodiyle bu Çukurova rivayetleri dikkate değer bir yakınlık gösterir.
Bu vesile ile şunu kaydetmek istiyorum: Halk şairleri ve türkülü halk hikâyeciliği, yani "âşık" ların sanatlarına bağlı gelenekler bakımından iskân Türkmenleri çok zengindir; buna karşılık Yörükler ve Tahtacılar bu konuda çok fakir kalıyorlar. Bu son iki topluluk içinde ünlü âşıklar yoktur, eskiden beri de mevcut olmamıştır. Bazı özenenler bulunuyorsa da, zengin bir sanat geleneğinden gelmiyen bu özentiler dikkate değer mahsuller vermiyor. Yörükler bulundukları çevrenin âşık ve hikâyecilik geleneğini benimsiyorlar. Meselâ burada, İmren'de yerleşmek üzere bulunan Saçı-Karalı Derviş Gül, Karacaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun şiirlerini iyi biliyor, bir çok hikâye epizodlannı anlatıyor; ama o, bu bakımdan türkmenleşmiştir; onun bu hünerleri Yörük geleneği değildir.
VII. Masallar:
1. Yörük Fidan Bacı'dan 2 masal.
2. Tahtacı Döne Akgün'den 2 masal.
VIII. Fıkralar:
1. Karatekeli Mustafa Dayı'dan 3 fıkra.
2. Tahtacı İbrahim Emmi'den ve Ahmet Kâhya'dan 6 fıkra.
IX. Çeşitli türküler:
1. Türkü: 8 parça.
2. Ağıt: 7 parça.
X. Hayvanlara, yıldızlara, Çobana ve kavalına dair efsaneler:
6 parça
Halk Şairleri metinleri
1. Pir Sultan Abdal
1 Sabahtan uğradım dedem göçüne Dedem beni tâlib etsen olmaz mı Çiy ebrişim uydurmuş siyah saçına Dedem beni yola alsan olmaz mı. Var get yezit var get dakılma bize Bizden hezeren binler okunur size Sen âşık olmuşsun geline kıza Var get yezit var get tâlib olmazsın. Dedem bu demlerin her demler olsun Üstümüzde dönenler boz atlı olsun Gelin kız seversem gözüm kör olsun Dedem beni tâlib etsen olmaz mı. Bir söz söyleyim de sen olma hatır Adam atasına olur mu hatır Sof oğluyum dersen get bacın getir Var get yezit var get tâlib olmazsın. Pir Sultan Abdal'ım bu sırra erdik Özümüzü sözümüzü bu yola verdik Yezit sofu olmazdı biz sizde gördük Gel get sofu kardaş yolu bilmişsin (1). (1) Bu demenin Naci Kum'daki varyantı Veli Dede'ye aittir.
2 Hönkürü dağında bir yol azıttım Acap Şaha giden yollar bu m' ola Sarardı gül benzim döndü ayvaya Acap Pire giden yollar bu m' ola. Nice pınarım vardır dolar eksilir Ardıç dallarına gök tekeler asılır Gırcılı boran dutmuş beller kesilir Acap Şaha giden yollar bu m' ola. Merdindendir deli gönlüm merdinden Ala dağın ardından da Şah Abbasın yurdundan Kanlı yaşlar akıttım o Şahın derdinden Acap Şaha giden yollar bu m' ola. Nice pınarım vardır üstü bovalı (1) Daşı kimyalı da toprağı düveli (2) Sarp kayalarımız vardır şahin yuvalı Acap Şaha giden yollar bu m' ola. Pir Sultan Abdal'ım coşup giderim Ayla günün arasına düşüp giderim Üstü köpüklenmiş aşıp giderim Acap Şaha giden yollar bu m' ola (3).
3 Ankaradan çıktım sabah namazı Bize yol vermiyor aşmağa dağlar Yetiş Seyit Battal Hüseyin Gazi Bize yol vermiyor aşmağa dağlar. Merhaba hey güzel pirim merhaba Poyraza dayanmaz salınan aba Yetiş imdadıma Sultan Kurt Baba (4) Bize yol vermiyor aşmağa dağlar. Yine kırcılandı dağların salı (5) Kış tutmuş iniler Küre'(6)nin beli Boz bulanık akar Irmağın (7) seli Bize yol vermiyor aşmağa dağlar. Hayal hayal oldu gözüme vatan Ahmaktır dünyaya göz gönül katan Çıplak Ali ile Hayder-i Sultan1 Bize yol vermiyor aşmağa dağlar. Gaiptesin kandildesin sırdasın Münkire görünmen göze perdesin Hasan Dede'm Yüğrük Kulu (8) nerdesin Bize yol vermiyor aşmağa dağlar. Denek dağında (8) yatan yediler kırklar Buna inanmadı münkirler sekler Çiçek Ata ile Hürü Melekler (8) Bize yol vermedi aşmağa dağlar. Pir Sultan Abdal'ım içtiğim dolu Sevdası serimden gitmedi hali Damanın tuttuğum Bektaş-ı Veli Bize yol vermiyor aşmağa dağlar. (1) Bovalı: böğeli ; bent yapılıp bağlanmış. (2) Düveli : dualı. (3) Bu deme semah oynarken söylenir. (4) Sultan Kurt Baba : Çorum köylüğünde yatar. (5) Sal: yan. (6) Küre: Irmak yakınında bir dağ. (7) Irmak: Kızılırmak. (8) Çıplak Ali ve Haydar Sultan: Keskin yakınında Barek dağında yatar. Hasan Dede: Kırıkkale yakınında kendi adını taşıyan köyde yatar. Yüğrük Kulu: Irmak yakınında yatar; çabuk imdada yetiştiğine inanıldığı için bu adı almıştır. Denek dağı: Keskin yakınında dağ. Çiçek Ata ile Kırk-Kızlar: Çiçek dağında yatarlar.
4 Sultan Suyu gibi çağlayıp akma Durulur gam yeme divane gönül Er başında duman dağ başında kış Erilir (1) gam yeme divane gönül. Bizden selâm söylen dosta gidene Yuf yalancıya da lanet nâdene Bunca düşman ardımızdan yeltene Yorulur gam yeme divane gönül, Şah-ı Merdan önümüzde kılavuz Yıkılır mı Hakkın yaptığı havuz Üç günlük dünyada her yahşi yavuz Dirilir (2) gam yeme divane gönül. Pir Sultan Abdal'ım sırdan sırada Bu iş böyle oldu kalsın burada Cümlemizin yeltendiği murada Erilir gam yeme divane gönül. (1) Erilir : erinir, erir. (2) Dirilir : geçinir; dirlik : geçinme.
5 Uçtu havalandı gönülün kuşu Uçmayınca ğönül yardan ayrılmaz Suyum ılıtsalar tenim yusalar Yumayınca gönül yardan ayrılmaz. Usta kesler gelmiş tabutum ölçer Nazlı yar gönlümden gâh gelir geçer Ulu terziler gelmiş kefenim biçer Biçmeyince gönül yardan ayrılmaz. Nazlı yar gönlüne gelmesin hatâ Daha yol gider mi buradan öte Eğersiz yularsız ağaçtan ata binmeyince gönül yardan ayrılmaz. Pir Sultan Abdal'ım canım cezada Bir yiğin atım yok yolum gözede Ecel şerbetinden verin bize de İçmeyince gönül yardan ayrılmaz.
2. Karacaoğlan
6 Karacaoğlan bir punann başında otururken karşıdan on oniki yaşında bir kız gelir. Kızın ayağı kayar, testisi kırılır, başlar ağlamağa. Aldı Karacaoğlan : Annacımdan gelen maya Cemalin benzettim aya Ağ topuğa sırma saya Töker gider peşlerine. Her çalıda güller bitmez Bitse bile işkın atmaz Günüz hayalimden gitmez Gece gördüm düşlerine. Evlerinin önü kuyu Kuyudan alırlar suyu Küçücüksün tezce büyü Hesab ettim yaşlarına. Bele Karacaoğlan bele Bülbül konar daldan dala Dost gelecağın bilsem bu yola Ağıtlerdim daşlarına.
7 (Havayı bozlak) Ben bir yiğit idim gendi halımda Bana olan bir kanlı zalımdan oldu Bir yiğit ne bulursa dili belâsı Ben bilirim bana dilimden oldu. Masalı da deli gönül masalı Altı ay oldu o yar bize kadem basalı Omuzu hırkalı eli asalı Derviş ağlar bana şalımdan oldu. Dağlara dağ vermiş de lâlesin vermiş Küfere Hayberin kalasın vermiş Arıya bal vermiş belâsın vermiş An ağlar bana balımdan oldu. Karacaoğlan der de hublar erenler Doldurup badeyi dosta verenler Göğ yüzüde pevraz vurup dönenler Yeşil(1) ağlar bana gölümden oldu. (1) Yeşil : Ördek.
8 Sana derim sâna şol Aşık Veli Bir nâme göndersem seçebilin mi Mevlâm seni kulum deyin yaratmış Boynuna farz olan beşi bilin mi. Âşık Alim der de sözlerim söküldü Müslim olan bir dereye döküldü Kâbe-i şerife üç ev yapıldı Hangisi doludur boşu bilin mi. Âşık Ömerim der de derim vallahi Dilim ile zikrederim Allaha Kâbe-i şerifte ol Beytullaha Arş aleden inen daşı bilin mi. Karacaoğlan der de bu dünya yalan Gidenler gelmiyor inandım kalan Hazret-i Aliye car deyin varan Ayaksız yürüyen başı (1) bilin mi. (1) Mevlütte hikâyesi anlatılan Kesik-Baş
9 Evveli yalan dünyaya Kur'an m'indi hece m'indi Haydin danışak âleme Gündüz m'indi gece m'indi. Melekler safa düzüldü İblisin bağrı ezildi Dört kitap nerde yazıldı Yoğsa gökten hocam' indi. Melekler Mevlânın hası İblis ona oldu ası Gökten ol kudret lokması Toka m' indi aca m' indi. Karacaoğlan söyler ırdan Destur aldım ben bir pirden Beytullahın üstü nurdan Beyte m' indi hacca m' indi.
10 Kadir Mevlâm bir dileğim var senden Artır bizim şöhretimiz şanımız Altmış kardaş olsak hep bir anadan Bir sofraya el uzatsa varımız. On beşimiz avlığını avlasa On beşimiz ireçberlik eylese Otuzumuz ağa misli söylense İçimizde serdar olsa birimiz. Bir yiğit de silkinip ata binince Kılıncı da arşın arşın sününce Bîr kâfir de bir yiğide kıyınca Bin kâfire kılınç çalsa birimiz, Karacaoğlan der de edelim aman Şol yüce dağları bürüdü duman Dünyada Kur'an da ahrette iman Sualsiz cennete girse varımız.
11 Ala gözlerini sevdiğim dilber Nasıl ele getireyim seni ben Ben bir şahin olsam sen bir balaban Daksam cırnağıma düşsem yola ben. Yok mu idi sizin ilde kadılar Ağ ellerin altın tasta yudular Seni bana gövel ördek dediler Onun için dolanırım göle ben. Yüklettim yükümü dosta katarım Yüküm kumaş alanlara satarım Ben bülbülüm seher vakti öterim Niçin konmam yeni açılmış güle ben. Hemene de Karacaoğlan hemene (1) Uçtu kuşum üce dağdan dumana Sevdim ise gönlün ettim kime ne N'ettim idi şu kovlaşan ile ben. (1) Büneme de Karacaoğlan büneme (varyant), Bünemek : kıskanmak.
12 Çıktım ücesine seyran eyledim Bir acayip seyranı var bu çölün Daim al üstüne giyer libalar (1) Samur kürklü beyleri var bu çölün. Kılbeye bakar punarınm akışı Bülbüle hoş gelir gülün kokuşu Mısrın haznesini değer bakışı Gözü kara cireni var bu çölün. Bülbülün figanı şol gonca güle Gülün engeli de yanında bile Yaz gelip de karışıcak il ile Eğri başlı güzeli var bu çölün. Karacaoğlan der de her dem öğünen Güzel sevemedim kendi soyunan Evliyanın hırkasını giyinen Veysel-Kara bekçisi var bu çölün. (2) Libalar: dibalar
13 Karacaoğlan bir seyahatta bir şehrin kenarına vardığı zaman karşısına bir kadı ile karısı çıkıyor. Kadın kocasına: "Bu kim?" diyor. Kadı da: "Bu bir abdaldır." diyor. Karacaoğlan'a bu hal malûm oluyor. Sazını çekip bunlara söylüyor : Her sabah her sabah vaaz edersin Edep nedir erkân nedir yol nedir Hocam sen de bir inceden bilirsin Ateş nedir duman nedir kül nedir. İki kardaş bir gömlekte dururduk Gömlek durur birim birim yörürdük Günahımız nedir her dem bilirdik Abdes nedir namaz nedir din nedir. Cennetin kapısında üç çocuk bekler İkisi yörür de biri imekler Gök yüzünde saf saf olmuş melekler Onların da şeriatı bil nedir. Evveli Âdem de sonradır Ali Kıldan ince kılıçtan keskin islâmın yolu On iki selvinin üç yüz altmış altı dalı Bucağında biten iki gül nedir. Karacaoğlan der de bu bize ardır Deryanın yüzünde bir balık vardır Balığın karnında üç kutu vardır İkisin biz bilirik birisini bil nedir.
14 Karacaoğlan Sivas'a giderken Ahır-Dağı'nın karşısına varınca bir meşe görüyor. Dönüşünde bakıyor ki meşe kurumuş. O zaman bu türküyü söylüyor. Türkü bitince meşe yeniden yeşeriyor. Annacına almışsın koca Berid'i Farıdı da deli gönlüm farıdı Hazret-i Nuh'tan beri kimler var ıdı Nuhun tufanını bilin mi meşe. Annacına almışsın koca ardıcı Başına yağar da boranla gıcı Gettin Kâbeye de oldun mu hacı Ol Beyt-i Şerife yüzün sürdün mü meşe. Şu meşenin bir incecik yolu var Sayamadım yüz bin türlü dalı var Şu dünyanın bin bir türlü halı var Şu dünyanın halından bilin mi meşe. Karacaoğlan der de bu da böyl' olsun Başındaki kur' ağaçların göğersin Senin bahşişini da Bertiz'li versin Ol Bertiz'in halını da bilin mi meşe.
15 Şu yalan dünyaya gelenler gider İli kahramanlı yerler kalır mı Ölenler ölür de borcunu öder Hele dur bakalım sağlar kalır mı. Annacımdan gelen eli gümüşlü Kargısının ucu cefahir (1) daşlı Altı arab atlı yanı kılıçlı Hele dur bakalım beyler kalır mı. Âlim olanları şirin sözl' olur Onlar Hakkın divanında nazlı' olur Neticesi vezirlikten azl olur Hele dur bakalım tuğlar kalır mı. Karacaoğlan der de erven (2) dirildi Mustafa üstüne bina kuruldu Subhaneke arşa direk verildi Hele dur bakalım göğler kalır mı (3). (1) Cefahir : cevahir. (2) Erven: evren, ejderha. (3) Karacaoğlan Asım Paşaya raslıyor. Paşa ona hakaret ediyor. O zaman âşık bu türküyü söylüyor.
3. Dadaloğlu
16 Ben sana nettim de hey kanlı zalim Siyah zülfün mah yüzüne moy (1) dedi Bir ok vurdun deldi geçti sinemi Ne ağrıdı ne incidi oy dedi. Bir keten geymiş de eninde zarı Kokar gulleb gibi dökülen teri Huri mi melek mi yoksa bu peri Heç görmedim böyle persek (2) soy dedi. Lefiriler (3) saçağı sırması telden Araşan bulunmaz değme bir ilde Ne selbide ne semende ne dalda Heç görmedim böyle usul boy dedi. Dadaloğlu'm der de davı ne davı (4) Göğdeki durna da şahinin avı Ne al geymiş ne kırmızı ne mavi Ne düğün ne bayram ille toy dedi. (1) Moy dedi: neşe verdi; moy: koku. Belki bû = koku' dan, belki de, mû : gaç'dan bozma. (2) Persek : güzel. (3) lefiri : lâhuri. (4) Davı: dâva
17 Garipçe garipçe öten ibili Acep göçtü m' ola Cerit illeri Alibil bahçası çokça konalga Açtı m' ola Ilıcağın gülleri. Arık yazısının nerkisleri top top olup bitti mi Turnaların garip garip öttü mü Şefi gözlüm senden semah tuttu mu Çalkan bire Yarsuvat'ın gölleri. Hubların durağı Cihanın suyu Güzel ağlencesi(1) Mercin'in kıyı Getti de gelmedi bir delim deyi Arad arad (2) değner m' ola yolları. Dadaloğlu'm der de boşandı bendim Bir dolun içti de söylüyor kendim İzin ver kuluna beyim efendim Yakın olsun yıraktağı yollarım. (1) Ağlence: eğlence. (2) Arad arad: ara sıra ; arada arada.
18 Görünüyor Hemitenin kalası Hiç gitmeyor aşiretin belâsı Yıkılıp Çukurova viran olası Çevrildi de orada kaldı ilimiz. Esmiyor garbisi mucuğu(1) çöker Pokhardır gecesi ivezi (2) yakar İçilmez suların yosunu kokar Kadir Mevlâm yaylaya dönse yönümüz. Yeter hey ağalar bu sitam yeter Kurucağa varınca gukkuğun öter Kız gelin kalmadı hast' oldu yatar Sehillerde (3) açılmıyor gülümüz. Kara-'dikten (4) öte Harnı'nın (5) düzü Oturmuş üç boy beyi eyliyor sözü Fettahlı beyleri yok kime edek nazı Enden enden kırık bizim kolumuz. Kavkırt'a varınca semah dönerdi Saçılır da Su-Çatı'na konardı Hah deyince bin gök atlı binerdi Alışkan çakmağıdı bizim zorumuz. Ağamız da çadırını dutardı Kapıtını dal boynuna atardı Her birimiz bir orduya yeterdi Döğüşerek ölemedi varımız. Der Dadalım şu dağlara varınca Korkarım yurtları issiz görünce Saçılıp da Binboğaya konunca Yaylalara tokhanırdı serimiz'. (1) Mucuk : gündüz ısıran sinek. (2) İvez : gece ısıran, çok yakan sinek. (3) Sehih sahil, deniz kenarı; ova yer. (4) Kara - 'dik : Kara-Gedik; yer adı. (5) Harnı ; Haruniyye.
19 Sana derim sana da Hasan-Kalası Ey senin de döğüş oldu dün gece Nice yiğitlerin beleşti kana Arab atın koç yiğidin gün' oldu. Şol gece gördüğüm şol kara düşler Hesaba gelmiyor kesilen başlar Çekin atımı da küçük kardaşlar Hönker tarafından bize gel oldu. Ağşamınan ikindinin arası Ecal geldi ölmemizin çarası Kamalağın kar' ardıcın arası Işılaşır gülgülüce kan oldu. Dadaloğlu'm der de belim büküldü Göz göz oldu yaralarım söküldü Bu dögüşe beş yüz atlı seçildi Yüzü geldi dört yüzü de yoğ oldu.
20 Dadaloğlu seyahatta iken Fettahlı Beylerinin yurduna varıyor. Orada erkekler yok, yalnız kadınlar varmış. Dadaloğlu geri dönmek isterken Beyin hanımı onu geri çağırıyor. "Ağaların kadar biz de bahşişim veririk. Bizi avrat diyerek mi geri dönüyorsun. Söyle bakalım." diyor. Dadaloğlu aldı sazı, ne söyledi: Her sabah her sabah seyran gezerken Iras geldim selvi boylu semene Top top olmuş kipriklerin bölünmüş Hoş benzettim samur kaşlar kemana. Al yanağın almas m' ola kar m' ola Çapraz çıkmış düğmelerin dar m' ola Acep mislin şu cihanda var m' ola İnsem gitsem Hindistan'dan Yemene. Eliftir kipriğin ıradır kaşın Bu güzellik bir Mevlânın bağşışı Arasam cihanı bulunmaz eşin Hiç mislin gelmemiş devr-i zamana. Dadaloğlum der de hubların hası Ferhadın Şirini Mecnunun Leylâsı Aklım eğlencesi gönlüm yaylası Bir yel esti başımdaki dumana.
21 Koca Payas bu oyunu çok gördü Yedi dağ üstüne ordusun kurdu Yavuz Sultan Selim korktu da verdi Bey babam zorılan âldı tuğları. Ahındayım da şu Karabeyaz'ın Bir yazın ağlattın birin de güzün Karbeyaz'ı alırsak Şam'aça (1) bizim Daha Şam'dan öte Birgüz (2) ağaları. Emmim Hacı Bey de bunu böyle deridi Altı Avşar yedi Türkmen Beyi varidi Tüfengimiz kara macar otu firenk barıdı (3) Ölen ölmüş hesab etsin sağları (4). (1) Şam'aça : Şam'a kadar. (2) Birgüz ağaları: o vaktin derebeyleri. (3) Bant: barut. (4) Bu şiir Küçük Ali Oğulları ağzındandır.
22 Yürü bire Kaleserin (1) kalası Dört bir yanın gülbenk oldu ün oldu Arab atlar döne döne dövüşür Arâb atın koç yiğidin gün' oldu. Yayanlıkta yürümesin bilmiyen Yarım saat at üstünden inmiyen Yurtlarının kadirini bilmiyen Her birisi bir koltuğa kul oldu. Urdular sineme mihnet yarası İy'olmadı şu sinemin paresi Mağrib ile maşrıkın arası İle bol bol ama bize dar oldu. Ne yaman hayf oldu Avşarlar Kürtler Yürekten çıkar mı böyl' olan dertler Arada kesib oldu(2) boyn' uzun atlar At vermesi iskânlıktan zor oldu. Ne yaman hayf oldu da bizlere Türk karıştı gelinlere kızlara Üleşmiz dökülmedi düzlere Döğüşmedik gözlerimiz kör oldu. Derilip de bir araya gelmedik Birbirimizle danışıp da tanmadık Kurşun değip at üstünde ölmedik Döğüşmedik gözlerimiz kör oldu. Söyle Dadaloğlu'm gördüğün düşten Ayağ atılmıyor yatan üleşten Yine habar geldi kavım kardaştan Hünkâr tarafından bize gel oldu. (1) Kaleser: Kara - İsalı. (2) Kesib oldu : yağma edildi.
23 Halebin Antebin soyun keserim Cehdederşem Elbüstanı basarım Bağdat kapısına kılıç asarım Vurun aslanlarım dedi Apalak. Hersinen mi geldin hey beyin oğlu Zannettim Hasan'ın kolları bağlı Onbeş oğlum vardır kullan tuğlu Vurun aslanlarım dedi Apalak. Ordu geldi karşımıza düzüldü Alnımıza kara yazı yazıldı Yek-Bıyık vuruldu ordu bozuldu Vurun aslanlarım dedi Apalak. Dadaloğlu'm söylemezdin hilayı Alışanlı Beyi buldu belâyı Vurdu düşürdü Halıt köleyi Vurun aslanlarım dedi Apalak.
Karacaoğlan'ın bir mehkabesi
Karacaoğlan, köyüne yakın bir yerde düğüne çağrılıyor. Yeğeni varımış, Göğ-Yusuf, bacısının oğlu... Karısına meyil vermiş. Karacaoğlan gidince gelir, karısını kandırıyor. Yatıyorlar.. Tam o sırada Karacaoğlanın sazının teli kırılıyor. Bir bahane ile dışarı çıkıyor, görünmeden sıvışıyor, doğru evine geliyor. Bakıyor ki karısiyle yeğeni yatıyorlar. Hemen kürkünü üzerlerine örtüyor. Dönüyor, düğün evine geliyor. Sabaha kadar orada kalıyor.
Sabahleyin, kadın gece Karacaoğlanın geldiğini anlıyor. Oğlan inanmıyor. Kadın Karacaoğlanı çeşme başında karşılıyor. Namuslandığından karalar bağlanmış. Karacaoğlan'a yaklaşıp gönlünü almak istiyor. O zaman aldı Karacaoğlan:
Böyle diyince, kadın: "Herhalde bilmiyor." diye Karacaoğlana karşı yürür, o zaman Karacaoğlan geri geri çekilir:
Avrat yine, bir şey anlamamış diye düşünerek Karacaoğlana doğru gider. Karacaoğlan yine sazı aldı, söyledi:
Ondan sonra: "Haram olsun şimden keri evlenmek" dedi. "Dokuza kadar benimle kim çakışırsa onu alacağım." dedi. Onunla dokuza kadar hiçbir kız çakışamadı. İki, üç beyitten fazla hiçbir kız onun karşısında dayanamadı, razı oldu. O da kimseyi almadı, evlenmedi.
Sözlü kaynaklar:
EK 1 için :
No. 4, 5: Kırıkkale'nin Hasandede köyünden Süleyman Demirhan : Hasan Dede oğullarından.
No. 1, 2: Pozantı'da Tahtacı Veli Dayı.
No. 3, 22: Kırıkkale Beyobası köyünden Türkmen-Pehlivanlıoğlu aşireti Beyleri soyundan Arslan Pehlivanlıoğlu.
No. 10, 11, 12; Ceyharı-Imren köyü, Cerit aşireti soyundan İsmail Kartal.
No. 7, 8, 14, 15, 16, 23: İmren köyü yanında kışlıyan Saçıkaralı Yörük aşiretinden Derviş Gül.
No. 13, 20 : İmren köyünde Ceritli Yusuf Ağaçkuşu.
No. 21 : İmren köyünde Ali Ünal; aslı Dörtyol-Payas'lı.
No. 9, 17, 18, 19: İmren'de Ceritli Ahmet Ağa.
No. 6: İmren'de Ceritli Mahmut.
EK II için :
Saçıkaralı Derviş Gül, İmren'in Çanlı mahallesinde Ahmet Ali'den, o da Veysiye'li Ahmet Cehan'dan.