Kasımın 105’inde (19-20 Şubat) birinci cemrenin havaya, 112’sinde (26-27 Şubat) ikincisinin suya, 119’unda da (5-6 Mart) üçüncüsünün toprağa düştüğü kabul edilir ve yedişer günlük aralıklarla da havanın, suyun, toprağın ısındığına inanılır.
Cemre kelimesi çok eski zamanlardan beri kullanılan bir kelime. Anlamı ‘kor haline gelmiş ateş, köz.’ Köz, yani kıpkırmızı ateş… Büyüklerimiz cemre yerine bazen “cemile” kelimesini de kullanır. Cemre ya da cemile düşmesi baharın gelmek üzere olduğunu haber verir. Toprak ısınmadan atılan bir tohum yeşermez. Bu yüzden dedelerimiz, babalarımız, özellikle çiftçilikle uğraşan büyüklerimiz cemre ve buna benzer olayları dikkatle takip eder, işlerini buna göre ayarlarlar.
Eskiler 365 günlük yılı “Kasım” ve “Hızır” günleri olarak ikiye ayırmışlardı. Kasım 179, Hızır ise 186 gündü. 8 Kasım’da başlayıp 6 Mayıs’a kadar olan süreye “Kış devresi” denirdi. 6 Mayıs’ta ise “Hıdırellez” olarak adlandırılan yaz devresi, yani Hızır günleri başlardı.
Kasımın 46’sında, kırk gün anlamına gelen “Erbain”, 86’sında da elli gün anlamına gelen “Hamsin” başlardı. Böylece yılın en soğuk zamanları olan doksan günlük süre geçmiş olurdu. Kasımın başından itibaren yüz gün geçtikten sonra, halk zorlu kış günlerinin atlatıldığına inanırdı. Bunu da şu özdeyişle dile getirirdi:
“Geldik yüze, çıktık düze”.
Meteorolojik olarak ısınma; sırasıyla toprak, hava, su biçimindedir. Cemreler arasında sıcaklıkta düzenli artışlar yaşanmayabilir, bu doğal bir olaydır. Onun asıl önemi folklorik bir inanış olması ve kültürel bir değer taşımasıdır.
Nitekim cemre kavramı Türk dünyasının kültürel yaşamında önemli bir yer tutmuş ve edebiyatına da sıkça konu olmuştur. Örneğin, divan şairlerinin cemre zamanları, önemli kişiler için yazdıkları övgü şiirlerine “Cemreviye” denilmesi bunun bir göstergesidir.