Ankarada çıkan "Varlık" dergisinin 268-269 sayılı nüshasında Bay Halil Bedi Yönetken arkadaşımızın bu başlık altında yazdığı üç sahifelik bir yazısını okudum. Çok hayret ettim. Bu yazı bizde Folklor mevzuunun yanlış anlayış ve anlatısının hemen hemen canlı bir örneğidir. desem, caizdir. Biz, muharririn başka vadi ve sahada pek kudretli yazı ve tetkiklerini büyük hazlar ile okuduk ve istifade ettik. Fakat bu yazının yanlış bir anlayışın, hattâ aldanışın mahsülü olduğu görülmektedir. Anlatayım:
Sayın muharririn yazısını iki kısma ayırmak mümkündür. Birisi Alevî sema oyunlarına "Dinî oyun" denmeyip "Mezhebî oyunlar" denmesi lâzım geleceği hakkındaki ifadesi, ötekisi de Alevî sema oyunlarını bir heyet ile seyrederek şekillerini fotoğrafa ve musikisini notaya aldığını söylemesidir. Şunu da peşinden ilâve edeyimki, muharrimin yalan söylediğini söylemek hiç bir zaman aklımdan geçmez. Maksadım, tankit de değildir. Yalnız bu işte büyük bir aldanış sonu olarak büyük bir yanlışlık olacağını söylemektir.
Benim, bir kaç yıl önce neşrettiğim "Türk Dinî Musikisi" ve "Türk Dîni Oyunları" adlı iki kitabımın mevzuları Alevî musiki ve oyunları olduğundan bunlara tam yeıinıdç olarak (Dinî) isimlerini verdim. Bunda da çok isabet etmiş olduğumdan memnunum. Muharririn, dinî oyunların camide oynanmadığı için "Dinî" adını alması lâzım gelmiyeceği hakkındaki mütalâası doğru olmasa gerektir. Herhangi bir usül ve kaidenin mutlak surette camide oynanmasıyla "Dinî" olacağı şartı nereden çıkıyor? Aleviler müslüman değil midirler?
Hak Muhammet Ali bildim, Şahımsın sen sana geldim.
diyen bir edebiyat, bir musiki ve bir oyun eseri en çok dinî değil midir? Mezhepler dinlere tâbi oldukları halde aslı bırakıp fer'a geçmek bilmem doğru olur mu?... Esasen bu şüpheyi İslâm dini hal etmiştir. O, bu iki din esasına mütaassıplar gibi. "Sünnî, şi'î" demeyip zahirî, batıni) demiştir. İkisinin de başı müslümanlığa bağlıdır. İkisi de her işi tanımak bakımından "dinî» dair. Bilhassa ilim adamlarının bu iki esası tetkik ederken birini diğerine tercih etmemeleri lâzımdır. Camide olmazsa tekkede olsun. Mevzu, muhteva mutlak dinidir. Mezhebî demeye kalkarsak o da kifayet etmez. Çünki ondan sonra tarikatlar gelir ki o zaman da birisi çıkarı "tarikî" demek lâzım gelir der... Tarikîyi kabul edersek o da kifayet etmez. Çünki tarikatlar "Kol" lara ayrılmıştır. O zaman da "şubevî" demeğe kalkışmak lâzım gelir ki artık söz ayağa düşer. Mademki bu edebiyat, o musiki ve oyunlar islâmiyetten hasıl olmuştur. Zaman, mekânı aramıak doğru değildir. Doğrudan doğruya bunlar "dînî" dirler. Nitekim gerrek edebiyat, gerek musiki ve gerek -onların sıkı bir kolu olan- Oyunlar "dinî-lâdinî) diye iki esasa ayrılmamış mıdır?
Sayın muharrir, yedi yıldan beri yaptığı Folklor denemelerinde Alevi'lerin içine bir heyet ile girerek onların sema'larım fotoğrafa ve musikilerini de notaya aldığını söylüyor. Hem de bu iş Isparta, Antalya, Amasya, Tokat bölgelerinde mebzulen vâki olmuş imiş. Bu haber olağan üstü bir olaydır. Buna meraklar içinde hayret etmemek mümkün değildir.
Her hangi bir bektaşi köy alevî âyinine bir heyet ile girilsin de seyredilsin ve sonra görülen şeyler plaklara, notalara, fotoğraflara alınsın, öyle mi? Hem de bu, her tarafda, bir çok bögelerde mebzulen olsun ha...! Hayır! efendim, hayır. Bunda çok büyük bir yanlışlık vardır. Bu yanlışın belki de aldanış ve aldatılıştan ileri geldiği anlaşılıyor. Yukarıdaki dinî veya mezhebi oyunlar tâbiri bir içtihat meselesidir. Fakat bu seyr etmek, plaklara almak meselesinde bir aldanış ve önemli bir yanlışlık vardır.
Bir Bektaşi köy Alevilerinin sema oyun larını görebilmek için onların teşkilâtlı müesseseleri tarafından usül ve kaidesine göre hazırlanıp yapılan âyinlerine girmek ve görmek lâzımdır. Kendilerinden olmıyan kimselerin huzurunda yapılacak âyin ve sema'ların hiç bir mânası yoktur. Ve esas itibarile yapılması mümkün değildir. Saklamamanın, yapmak isteseler bile imkânı yoktur. Usûl ve kaidesine göre toplanacaklar, mumlar yakacaklar, kadınlar gelecekler, içkiler içecekler, sazlar çalacaklar, oyun oynayacaklar ve muharririn dediği heyet bunların içlerine makineler ile girerek seyredecek, istediği gibi notalar, fotoğraflar alacak öyle mi? Bu âyinler o kadar dikkatli bir disiplin ile yapılır ki, bunu dışarı sızdırmak akıldan bile geçmez. Farzımuhal olarak dışarıdan kimselere göstermek suretile yapmak isteseler de mutlaka çok büyük sahtekârlıklar yapmağa mecbur kalırlar.. Ve böylece görülen Sema' ve âyinler de hiç bir zaman aslına uygun olamaz. Biz bile bunların içinden yetiştiğimiz ve içlerine serbest girdiğimiz ve kendilerinden olduğumuz halde o "Cemı" esnasında herhangi bir nefes ve sema' oyunlu notasmı onların yanında almadık ve alamadık. Nerede kaldı ki bir heyet böyle bir usûl dairesinde toplanan toplantı içinde otomobillerle götürülen makineler ile ve "Folklorcu" ünvanile bunların içine girerek bu işi becersinler. Evvelden rufaî, Kadri, Mevlevi gibi tarikat ayinleri açık yapılır ve herkese gösterilirdi. Bu tarikatlara mensup köy topluluk— ları da vardır. Bu heyet, belki böyle bir toplan— tıya girmiştir. Şimdi bunlar bile tekkelerin yasaklığından beri toplanamıyorlar. Muharrir, bize hiç olmazsa aldığı fotoğaf ve notalardan birer tanesini örnek olarak verseydi, onların girdikleri toplantının kimlere ait olduğunu anlıyabilirdik. Hiç görülmiyen şeyler lâyıkıyle görülmedikçe ve hakikat olduğu anlaşılmadıkça hemen inanç getirmemelidir. Çok geniş gibi görünen hakikî Folklor kadrosu çok dardır. Ona süprüntü küfesi gibi her şey atılamaz. Aynı zamanda işitilmedik şeyler anlamakta bir marifet edilmiş olmaz. Bu anlatıştan anlaşılıyorki, sayın Halil Bedi adanmış ve aldatılmıştır. Benim yukarda teşkilâtmı anlattığım Türk bektaşi ve alevi kabileleri içine girip toplantı tarzlarını, mumlar yakmalarını, gülbanklar okuyup sofralar kurmalarını, kadınların orada içki içerek sema' oynamalarını, sazlar çalarak sabaha kadar muhabbet sürmelerini bir heyetin görüp de onları fotoğrafa çekerek notalarını alma zamanı henüz gelmemiştir. Ve bir çok zamanlar da gelmiyecektir. Bay Halil Bedi'nin görmeğe alıştığı o sema'ların Türk bektaşi ve alevi sema'ları olmayıp başka şeyler olduğu pek âlâ anlaşılmaktadır. Böyle oldukça da aldanmak ve adatılmak hâdisesine uğratıldığı kendiliğinden meydana çıkmaktadır.