SÜNNET DÜĞÜNÜ
Kağızman’da erkek çocuklar genellikle 4-10 yaşları arasında sünnet edilirler. Çoğunlukla, sünnet düğünü diye adlandırılan törenler düzenlenir. Sünnet düğününün ana amacı çocuğun eğlenmesi ve sünnet acısını duymamasıdır. Bu nedenle düğünde çeşitli eğlentiler düzenlenir ve çocuğa çeşitli armağanlar verilir.
Bir çocuğun sünnet çağı geldiğinde, çocuğun ana ve babası çocuğa bir «kirve» seçerler. Yazımızın birinci bölümü olan «DÜĞÜN» bölümünden de anımsanacağı gibi kirve düğünün en canlı kişisidir. Ancak, sünnette kirve seçilen kişinin artık o ailede özellikle sünnet edilen çocuk için çok büyük bir değeri vardır. Şöyleki artık kirve ailenin ana baba dışında bütün bireylerinden üstündür o çocuk için.
Sünnet edilecek çocuğun babası çocuğuna kirve olarak seçtiği kimseye bir armağan göndererek kendisinin kirve seçildiğini bildirir. Bu kişi ise kirveliği kabul ettiğini sünnet olacak çocuk için aldığı bir kaç parça giyim eşyasını çocuğa armağan olarak göndererek açıklar. Artık düğünün bütün yönetimi kirveye devredilmiş olur.
Çoğunlukla 3-7 gün süren sünnet düğününe çağrılan kişiler düğün günü çocuk için aldıkları armağanlarla birlikte düğün yemeğine giderler. Önceden de belirttiğimiz gibi düğün sırasında çeşitli eğlentiler düzenlenir. Oyunlar oynanır. Sünnet sırasında ise mevlid okunur. Sünnet sırasında çocuğu tutan kişi de kuşkusuz kirvedir. Bu eğlentiler sırasında konuklar kirveden çeşitli dileklerde bulunurlar.
Kirve ne olursa olsun bunları yerine getirmek zorundadır. Yerine getiremezse yine konuklarca saptanan çeşitli cezalara çarptırılır. Bu cezalar çoğunlukla eğlendirici niteliktedir; Suya atılmak, sırtına adam taşımak, koyun kesip kendi eliyle konuklara döner yapmak gibi.
Düğün sonunda çocuğun babasınca kirve onuruna verilen yemekte çevrenin ileri gelenleri de bulunurlar. Bu yemekte çocuğun babasına gücünün yettiğince armağanlar vermek ister. Ancak kirve bu armağanların ancak bir kısmını alır. Bu armağanları almamakla «ben bu çocuğun kirveliğini dostluğumuz için yaptım, armağana gerek yok», demek istemektedir.
Çocuğun iyileşmesinden hemen sonra çocuk babası yakınlarım alıp kirvenin evine gider. Yanında yine gücünün yettiğince değerli armağanlar vardır. Kirve konuklarını yemeğe alır ve getirdikleri armağanları kabul eder. Karşılık olarak ta çoğunlukla çocuğa giyim eşyası olan armağanlar verir.
Sünnet düğünü sona ermiştir; ancak çocuk için kirvesi artık çok saygı duyduğu bir kişi olmuştur. Bu saygı bütün ömür boyunca sürecektir.
DOĞUM
Her Türk evinde olduğu gibi bir Kağızmanlı da büyük bir istekle çocuk bekler. Yörede kıza pek önem vermezler; öyleki bir kızı ve bir oğlu varsa, çocuk sayısı sorulduğunda 1 çocuğunun olduğunu söyler. Bu konu ile ilgili şöyle bir sözü de söyleyebiliriz. «Değeneğim çoğalsın ki beni döğen olursa ilerde ben de çok oğulla onları döğeyim.»
Kağızmanda kadınlar kısırlık için daha çok ebegümeci, karasa kız ve bazı çiçek sularından ya pılan iyileştirme yöntemleri kullanırlar. Bu yöntemlerin bazı ölümlere yolaçtığıda söylenir. Günümüzde bu yöntemler artık unutulmuştur.
Gebe kadın çocuğunun güzel olması için kendince güzel gördüğü şeylere bakar, güzel insanlarla arkadaşlık kurar. Gebelik sırasında gebelik nedeniyle bir tören düzenlenmez. Doğacak çocuğun kız ya da oğlan olacağım kestirmek güçtür. Ancak Kağızman’11 bunun için şöyle bir yöntem uygular: doğuma yakın gebe kadının güzelleşmesi yada olağan ağırlıktan daha ağır olması çocuğun kız olacağını gösterir; «kız yükü tuz yükü» deyimi de buradan gelmektedir. Doğuma yakın kadının çirkinleşmesi ise doğacak çocuğun erkek olacağım belirtir.
Doğan çocuğun altına «höllük» adı verilen bir çeşit toprak sarılır. Bu toprak çocuğun altını her pisletmesinden sonra değiştirilir; çocuğun bacaklarının pişmesinin öııüne geçer.
Doğum yapan kadın çocuğunun kırkı çıkmadan (çocuk kırk günlük olmadan), çevrede kendisinden sonra doğum yapmış bir kadının yanına gidemez; giderse çocuğun kırkı yeni doğan çocuğa basar ve bazı hastalıklara neden olur. Diğer ilginç bir görenek te çocuk kırkına basmadan çocuk evinden komşu evlere birşey verilmemesidir. Amacı çocuğun nasibinin götürülmemesidir. Bu dönemde çocuk evine komşulardan çoğunluğu tatlı olan çeşitli yiyecekler getirilir.
Doğumdan sonra çocuğun damağında bulunan ve «Madavur» adı verilen bir kabarcığı ebe patlatır. Madavuru alman çocuğun hasta olmayacağı kanısı yaygındır. Madavuru alınmayan çocuğun başında çıkan bir hastalığın nedeninin bu olduğuna inanılır. Hastalığ. gidermek için çocuğun başı keskin bir araçla biraz kanatılarak helva basılır.
Doğumdan sonra komaya giren kadının al karasına uğradığına inanılır. Al karası çirkin bir dişi at olup hastalıktan hemen önce kadına gözükür. Kadın atın çirkinliği karşısında korkudan bayılarak dili tutulur. Bu durumda yakınları için yapılacak şey iyi bir erkek at bulup lohusa kadının yanında kişnetmektir. Alkarasınm bu kişneme sonunda korkarak kaçacağına ve lohusa kadının iyileşeceğine inanılır. Kadının iyileşmesi için diğer bir yöntem de iyi bir erkek atın bulunmadığı durumlarda al karasını korkutmak amacıyla bir silah patlatmaktır. Kağızman’da lohusanın yakınları al karasına tutulan bir kadının evinin yakınında alkarasını yakalamaya çalışırlar. Törelere göre böyle bir durumda bir kişi at şeklindeki alkarasını yakalarsa al karasına uğrayan kadın ömür boyu o kişiye hizmet etmek zorundadır.
Cin çarpması adı verilen hastalığı iyileştirmek için öncelikle yapılan şey muska yazdırmaktır. Ayrıca yatırlar da cin çarpmasını önlemek için kullanılan yöntemlerden biridir. Burada Çukurayna köyünden aldığımız bir töreyi eklemekte yarar görüyoruz. Bu köyde cin çarpmasına uğrayan bir çocuk «Huykesen» yatırına götürülür; çayır otlarından yapılan ve «kem» adı verilen bir ip boynuna geçirilir ve yatır etrafında 3 kez döndürülür. Daha sonra kesilen kurban ile cin çarpmasının geçeceğine inanılır.
Çocuk hastalıklarından diğer bir kaçı da şöyle sıralanabilir: Beden ve karında çıkan sancılar için «yel cevizi» denilen hindistan cevizi kullanılır. Kabuğu alınan yel cevizinin kaynatılmasıyla oluşan su çocuğa içirilir. Nazar değme olayında çocuğa «gök boncuk» adı verilen mavi bir boncuk takılır. Aylık ise çocuğun burnunu kurcalaması ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Bir 25 kuruşluğun dörtte bir kadarının kesilmesi .le elde edilen parçanın çocuk üzerine atılması ile iyileştirileceğine inanılır.
Çocuğu olmayan kimselerin başvurdukları yöntem çoğunlukla hocaların yazdıkları muskalardır. Ayrıca yatırlarda bu amaçla kullanılırlar. Erkek çocuğu olmayanlar için ise «Vank» adı verilen özel bir yatır vardır, burada kesilen bir kurban ile bir erkek çocuğuna sahip sunacağına inanılır.
Çocuğu olupta yaşamayan kadınların başvurdukları yöntem gök boncuğudur. Gök boncuğunun «parpılı kadın» adı verilen bazı kadınlarda bulunduğuna bu kadınlara ise gök boncuğunu yağmurlu havalarda geldiğine inanılır. Çocuğu yaşamayan kadın parpılı kadından satın aldığı gök boncuğunu saklayarak çocuğunu yaşatmaya çalışır.
Çocuk kırkı dolmadan evden çıkarılmaz. Kırkı dolduğu sırada ise bir ebe çağrılır ve çocuk bir leğende yıkanır. Bu olaya «kırk dökme» adı verilir. Çocuğun ilk dişinin çıktığı gün evde «diş hedik’i» denilen aşureye benzer bir tatlı yapılır. Yapılan hedik komşulara da gönderilir.
Konuşması geciken çocuk «Çoluk»'a çekilir. Çoluk, ottan ya da kamıştan yapılarak hayvanın başına geçirilen ve böylece hayvanı musur adı verilen bir yere bağlamaya yarayan bir halkadır. «Çoluk»'a hayvan yerine çocuk bağlandığında çocuğun dilinin çözüleceğine inanılır. Çocuğun dilinin açılmaması durumunda çocuğun bir kaç kez Çoluk’a çekildiği de olmaktadır.
Çocuğa ad koyma işlemi yakınlardan bir yaşlı tarafından yapılır; Özel bir tören yoktur. Daha çok eski adlar seçilir.
ÖLÜM
Kağızman’da bir ölüm olayı ortaya çıktığında çoğunlukla hiç bekletilmez. Ancak kışın bekletilmesi gerekiyorsa bir gün bekletilir. Gömülme sırasında bir eğlenti ya da bir tören düzenlenmez. Yalnız mezara teşbih fincan gibi eşyalar koyulabilir. Bazı köylerde gene kızların giyim eşyaları da mezara yerleştirilmektedir.
Etin kemikten 52 gün sonra ayrıldığı varsayılarak 52. gün kuran okutulur ve yemek verilir.
Mezarın her iki yanına da baş ve ayak taşları denilen taşlar koyulur. Baş taşma kişinin adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihleri yazılır. Baş taşma ölen kimsenin cinsiyetine göre şekil verilir.
Burada hortlaktan söz etmeden de geçemeyeceğiz. Yakın zamana dek dünyada kötülük yapanların öldükten sonra hortladıklarına inanılırdı. Hortlağı bir gören olursa, o kimsenin hortlağı yakalayıp başını, islenmemiş bir demirle keserek mezarın ayak ucuna gömmesinin gerektiği de inançlar arasındaydı.
HAYVAN HASTALIKLARI:
1. Hışhış : Sığırların özellikle kaşlarında ortaya çıkan bir hastatalıktır. Daha çok arka bacakta, sağrıda görülür ve sırtta şiş şeklinde görülür. Hayvanın hasta olan bölgesi siyahlaşır; bu nedenle bu hastalığa «yanı kara» adı da verilir. Hışhış sözcüğü ise hasta bölgeye dokunulduğunda bir hışırtı çıkmasından gelmektedir. Hastalığı iyileştirmek için hasta bölge yarılır ve içine tuz basılarak sarılır.
2. Çiçek : İnsanlara geçmeyen bir hastalık olup salgın olduğu zaman çok hayvanın ölümüne neden olur. Daha çok koyun ve keçide görülen çiçek koltuk ve kuyruk altında ortaya çıkan iltihaplı sivilcelerden anlaşılır. Hastalığı iyileştirmek için yörede bir yöntem uygulanmaz; hayvanı ahıra kapatarak başka hayvanlara geçmemesini sağlarlar.
3. Şarbon : Yöredeki en tehlikeli ve bulaşıcı hastalıklardan biri olan şarbon, hayvanın kan yapan organlarının ve dalağının tahrip olmasıyla ortaya çıkar. Dış belirtisi olmadığı için halk hayvanın şarbona yakalandığını çoğunlukla anlayamaz. Şarbon olduğu anlaşılan hayvanı iyileştirmek için başvurdukları tek yöntem hayvanın karnından ve kulaklarından kan almaktır. Hastalığın önemini belirten bir öykü de anlatılır Kağızman’da : Adamın biri koyunlarmın hasta olduğundan sözeder köy kahvesinde. Bir diğeri ise gidip koyunları görerek şarbon olduğunu; iyileştirme yönteminin ise hasta koyunlarm kanının diğer hayvanlara geçirilmesi olduğunu söyler. Hayvanların sahibi hasta koyunlarm karnından ve kulağından aldığı kanla bir ipi ıslatarak diğer hayvanların kulağından geçirilir. Sonunda adamcağızın tüm hayvanları ölür.
4. Keçiciğer ağrısı (ince hastalık) : Hiç bir iyileştirme yöntemi bulunmayan bu hastalık yalnız kişilerde görülür. Keçilerin akciğerlerinin parçalanması sonucu inleme ve nefes darlığı hastalığın tek belirtisidir.
5. Şap : Halk arasında dabak adı da verilen bu hastalık daha çok kurak yaz aylarında ortaya çıkarak hızla yayılır. Belirtisi tırnak altlarında yara ve ağızda sivilce oluşumudur. Bu sivilceler hayvanın yemek yemesini engelleyerek zayıflamasına neden olur. Halk hayvanı iyileştirmek için yaraya siyah karbok sıvısı sürer; Çoğunlukla başarıya ulaşamaz.
6. Sarılık : Veterinerlerin ikter adını verdikleri bu hastalık daha çok hayvanın kan işemesinden ve gözündeki sarı renkten tanınır. Hasta hayvanın öd suyu kana karışmış ve kanı zehirlemiştir. İyileştirmek için çoğunlukla kızamık adı verilen bir bitkinin kaynatılarak çıkarılan suyu kullanılır. Hayvan açken verilen bu su çoğunlukla hayvanı kabız eder. Bu kabızlık halk arasında karlangus diye adlandırılır. Az kullanılan bir iyileştirme yöntemi de hayvanın makatına parmak sokularak kanamasını sağlamaktır; bu yöntem çoğunlukla hayvanın ölümüne neden olur.
7. Mubar : Bir diğer adı akciğer kıl kurdu olan ve akciğerin büyük ölçüde zarar görmesine yol açan hastalık için tek iyileştirme yöntemi halk arasında gök taşıdır. Göktaşı su içinde hafifçe ıslatılarak hayvanın ağzına verilir. İyileştirme konusunda kesin bir şey yoktur.
8. Karaciğer Kelebeği : Halk arasında kepenek diye de adlandırılır. Daha çok safra kesesi yollarına zarar verir; çoğunlukla ölüm görülür. Daha önce kendisini belli etmediği için bu hastalık ancak ölümden sonra anlaşılabilir. Bir diğer kepenek çeşidi de kan emerek hayvanı öldüren kan kepeneğidir. İyileştirme yöntemi yoktur.