Halk Edebiyatımızın en büyük şairi olan Karacaoğlan'ın hayatı hakkında, yazık ki, çok az şey biliniyor. Hangi çağda yaşadığını, nerelerde yaşayıp nerede öldüğünü belgelere dayanarak bilemiyoruz. Edebiyat tarihçileri, halk sevgisiyle dopdolu bu güçlü ozanın şiirlerinden anlamlar çıkararak boşlukları doldurmaya çalışmışlardır.
Bu tür değerlendirmeler yoluyla Karaca-oğlan'ın onyedinci yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı ve ömrünü Anadolu'nun güney illerinde doldurduğu anlaşılıyor.
Halk Edebiyatımıza değerli ozanlar vermiş olan güney Anadolu halkı arasında Kara-caoğlan’la ilgili bazı söylentiler de vardır. Bu söylentilere göre şair 1600 yıllarında doğmuş, 75-80 yıl kadar yaşadıktan sonra 1680 yılların da ölmüştür. Bu bilgi daha çok Karacaoğlan’-ın:
Halep'i Osmanlı aldı Dağı taşa katar bir gün.
dizelerinden esinlenerek ileri sürülmektedir. Tarihçiler şairin bu sözleri ile devlete başkaldıran Halep valisi Abaza Hasan Paşa'nın yakalanıp öldürülmesi arasında ilişki bulunduğunu sanmaktadırlar. Bu sanıyı güçlendiren bir başka neden de şairin, Nemse Kıralına "Ahmet Paşa'nın yer götürmez askerle" geldiğini haber veren destanıdır. Burada adı geçen Ahmet Paşa'nın Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa olduğu anlaşılmakta ve buna göre de Karaca-oğlan'ın doğum tarihi aşağı yukarı ortaya çıkmaktadır.
Karacaoğlan'ın doğum yerine gelince, bu husustaki söylentiler biribirini hiç tutmaz. Çukurova'da Bahçe ilçesine bağlı Farsak'tan, ya da Feke’nin Gökçe köyünden olduğunu söy-llyenler vardır. Öte yandan güney Anadolu'da yaşamakta olan Barak Türkmenleri Karacaoğ-lan'ın kendi aşiretleri halkından olduğu iddiasındadırlar. Kırım'da yaşıyan bir menkıbeye göre ise Karacaoğlan Belgrad'da doğmuş, Tuna kıyılarını dolaşmıştır. Ancak bu söylenti Ka-racaoğlan'ın şiirlerindeki eda ve üslûba ters düştüğünden onun güney Anadolu toprağında, hem de bu bölgenin arap çölüne yakın bir kesiminde doğup yaşadığı sanısı güç kazanmaktadır. Şiirlerinde geçen mecazlar, tasvirler ve deyimler bunu göstermektedir.
Ünlü ozanın yaşam öyküsüne gelince bu konuda da kendisinin (İsmihan) ve (Karakız) adında iki sevgilisi olduğundan başka birşey bilinmiyor gibidir. Yalnız gene şiirlerinden anlaşıldığına göre Karacaoğlan Anadolu'nun ö-zellikle orta ve batı bölgelerini karış karış dolaşmış, hatta Nemse savaşlarından söz ettiğine göre Rumeli’de bile bulunmuştur. O çağların saz şairleri için bu dolaşmalar olağan sayılır. Bu saz şairleri, sazlarını omuzlarına vurup ora senin, bura benim diye dolaşıp dururlar, gittikleri yerde gördükleri itibara, ya da oralardan hoşlanıp hoşlanmadıklarına göre belli bir sûre kalır, sonra gene yola revan olurlardı.
Karacaoğlan'ın, şiirlerinde "Molla Hünkâr" diye Mevlâna’dan, ve Hacı Bektaş'tan söz ettiğine bakarak onun mevlevi veya bektaşi tarikatlerinden birine bağlı olduğunu ileri sürenler varsa da bu ihtimal çok zayıftır.
Hayatı hakkında pek fazla şey bilinmiyen Karacaoğlan'ın halk edebiyatındaki ünü üzerinde cümle edebiyat tarihçileri birliktirler. Çünkü onyedinci yüzyılın son yarısından başlayarak sonraki yüzyıllarda hep Karacaoğlan'dan sözedilmiş, onun koşmaları, varsağıları dilden dile, gönülden gönüle aktarılarak yaşa-tılmıştır. Birçok mecmualar onun şiirlerini nakletmişler, Aşık Ömer, Gevheri gibi ünlü ozanlar Karacaoğlan'ın etkisi altında kalmışlardır: Güneşlioğlu, Dadaloğlu, Deliboran gibi güney Anadolu'da yetişmiş halk şairlerinde, ayrıca Ruhsatî, Vahdeti, Hüseyin, İrfanî gibi şairlerde de Karacaoğlan'ın etkisi, açık bir surette göze çarpar.
Halk ağzında, şiirleri, tutkuları, hayatı hakkında bilinen dağınık öyküler kuşaktan kuşağa anlatıla anlatıla Karacaoğlan güney Anadolu bölgesinde adeta Aşık Kerem, ya da Kör-oğlu gibi bir halk kahramanı, efsane adamı olmuştur.
Onsekizinci yüzyıla ait bazı cönklerde Karacaoğlan'ın bazı manzumelerinin zamanında bestelenmiş olduğu anlaşılmakta, onun deyişlerinin sözle olduğu kadar sazla da yayılıp genişlediği görülmektedir. Doğu Anadolu ve A-zerbaycan’da derlenmiş bazı şiir mecmualarında bile Karacaoğlan'a rastlanılmaktadır. 1810 yıllarında Şemahi şehrinde Hacı İsmail adında biri tarafından yazılmış bir kitabın sonlarında Karacaoğlan'ın güzel bir manzumesi yer almıştır. Manzume şu dörtlükle başlıyor:
Alıcı kuşları alan Ördek ile kaz değil mi? Oğlanı deli eyliyen Ala gözlü kız değil mi?
Karacaoğlan daha çok halk zevkini dile getirdiğinden onun şiirleri de özellikle köylüler arasında kudsal nefesler gibi yaşatılmış, Karacaoğlan adı adeta kudsallaştırılmıştır.
Bugün Karacaoğlan'a ait olarak bilinen şiirlerin tümünün gerçekten bu ozanımızın malı olduğunu iddia etmek son derece güçtür. Zamanında, ya da daha sonra yazılmış birçok şiirlerin, giderek Karacaoğlan'a maledilmiş olması çok mümkündür. Bu hal yalnız Karacaoğlan için değil, başka ünlü şairler için de böyledir. Kaldı ki gerçek Karacaoğlan'ın büyük ününün çekiciliğine kapılarak daha sonraki yüzyıllarda aynı adı almış olan ozanlar da vardır.
Bugüne kadar Karacaoğlan'a maledilerek yayınlanmış 383 parça manzumeden hangilerinin asıl Karacaoğlan'a ait olduğunu kestire-bilmek güçse de, Karacaoğlan'ın yaşadığı bölgeye, içinde yetiştiği çevreye, zamanında geçmiş olaylara ve ondaki duyuş ve deyiş derinliğine, edebi kişiliğine, san'atının özelliklerine bakarak bir ayırma yapmak mümkün olabilmektedir.
Karacaoğlan yaşadığı çağın üstün değerlerine yabancı değildir. Edebi kişiliğinin dokusunda Mevlâna, Hacı Bektaş gibi tarikat ulula rını, Ali ve Hamza'nın kahramanlık öykülerini, Lokman efsanelerini, Leylâ ve Mecnun, Hüsrev-i. Şirin romanlarını, peygamberler tarihi üstüne süregelen söylentileri bilmenin büyük payı vardır. Öte yandan Karacaoğlan kendisinden önce yaşamış olan Kâtibî, Kuloğlu, Öksüzdede, Kayıkçı Mustafa gibi onyedinci yüzyılın ilk ya rısında büyük ün kazanmış halk şairlerinin etkisinden de kurtulabilmiş değildir. Manzumlerinde bu etki açıkça duyulmakla beraber Karacaoğlan'ın kendisini bu etkiye kaptırmamış olduğu da açıkça görülür. Öteki şairler büyük merkezlere özgü bazı sapmalara düştükleri halde Karacaoğlan halktan, halk zevkinden ve halk duygusundan hiç ayrılmamıştır. Edebi kişiliği bakımından sonuna kadar halk edebiyatı çerçevesi içinde kalmış, aruz vezniyle tek dize şiir yazmamıştır.
Şairimizin geniş halk kitleleri arasında, köylerde, Türkmen oymakları içinde oluşan edebi kişiliği onbeşinci ve onaltıncı yüzyıl ozanlarının geleneklerini titizlikle korumuş ve sürdürmüştür. Karacaoğlan’ın saz şairlerimiz arasındaki büyüklüğü, daha çok, bu özelliklerinden gelmektedir.
Bizim halk şairlerimiz çoğunlukla hem köy, hem de büyük merkezlerin dilini kullanmışlar, hatta bazıları divan edebiyatından örnekler vermeğe, adlarının sonuna onlar gibi mahlaslar eklemeğe bile özen göstermişlerdir. Karacaoğlan bu bakımdan da onlardan ayrılmış ve yukarıda da dediğimiz gibi, çok cepheli bir insan olmağa heveslenmemiş, tek cephede kalmıştır. Böylelikle bu ünlü saz şairi doğa ile ve milli gelenekleriyle baş başa yaşayan, bir köy, bir aşiret şairi, bir halk şairi, ve böylelerine eskiden verilen adla, bir (ozan) kalmak istemiştir.
Bir edebiyat tarihçimizin dediği gibi Kara-caoğlan mecazlarının bütün unsurlarını doğadan ve çevresinden almıştır. Bütün güzellere karşı yakınlık duyan gönlünü bazan yükseklerde uçan kuşlara, bazan dumanlı tepelerden akan coşkun ve gürültülü sellere, bazan da her çiçekten bal toplayan arılara benzetir. Onun gönül kuşunu güzel kirpikler okla vururlar; lâkin o allı yeşilli atlas elbiseler, mavi mintanlar giyen, altın nalınla, altın kemerli, altın küpeli, başı ibrişim bürümcüktü sevgililerini hiç bir şeye feda edemez. Boyları selvi dalına, gül fidanına benzeyen; başlarına güller ve nergisler takınan ellerinde gül demetleri taşıyan bu elâ gözlü güzeller, kar gibi vücutlarıyla sunalara, yeşil başlı ördeklere, ak kuğulara, beyaz kazlara, çöllerin vahşi ceylânlarıma benzerler; dudakları oğul balı, yahut frenk şekeri gibi tatlı, kiraz gibi kırmızıdır; yanaklarının rengi kızıl güller gibi alevlidir. Sevgililerine güller yollarlar.
Karacaoğlan, koşmalarında böylece tasvir ettiği sevgililerinin adlarını açık açık söylemekten de çekinmez. Yabancı diyarlara gittiği, gurbete düştüğü zaman çektiği özlemi derdli derdli yakınır. Tanrıdan para ister ama, bu, kendisi için değil, sevgililerine saraylar yaparak, altınlar, gümüşler takarak, atlaslar, ipekler giydirerek onları sevindirmek, mutlu kılmak içindir.
Kısaca, Karacaoğlan doğanın kucağında ve halk içinde doğup yaşamış, yüreğinde de hep bu çevrenin sıcak sevgisini taşıyarak onu dile getirmeğe çalışmıştır. Sarp kayalıklardan atlayan çağlayanlar, buz gibi pınarlar, çiçekli yaylalar, vahşi seller, dumanlı dağlar, elvan elvan güler, mor sümbüllü, lâleli, menekşeli korkular bu insan ve doğa tutkunu şairin manzumelerinde en çok geçen motiflerdir.
Aşağıda vereceğimiz bazı koşmalarında Karacaoğlan'ın bu özelliklerini, niteliklerini, bütün canlılığı ve içtenliğiyle bulacaksınız.
Elâ gözlerini sevdiğim dilber
Kokuya benzettim güller içinde
İnceciktir belin, hilâldir kaşın
Selviye benzetttim dallar içinde
Benim dostum gelişinden bellidir
Ak elleri deste deste güllüdür
Güzel seven yiğitler de bellidir
Melil, mahzun gezer iller içinde
Karacaoğlan söyler biz de varalım
Kalbler rakib olmuş biz de görelim
Hâlin, hatırını anın soralım
Götürüp giderler sallar içinde
Bülbül havalanmış yüksekten uçar
Has bahçe içinde gülüm var deyu
Seni sevan yiğit serinden geçer
Güzeller içinde yarim var deyu
Ben seni severim sen de sev beni
Mevlâm bir karara koymaz insanı
Elbet bir gün olur ararsın beni
Şurda bir divane yârim var deyu
Ben seni severim can ile candan
Mevlâm ayırmasun sevdiğim senden
Canımı esirgemem yarim senden
Götür sat pazara kulum var deyu
Karacaoğlan söyle kaşı karadan
Hicap perdesini kaldır aradan
Seni beni bir Mevlâ'dır yaradan
Büyüklenme hey kız güzelim deyu.
*
Elâ gözlüm ben bu ilden gideyim
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melil melil
Yiğin ey sevdiğim sen seni düzet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Boldur ver badeyi bir dahi uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil
Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yar melil melil
Karacaoğlan der ki ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vasıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil.
*
Ağlayı ağlayı düştüm yollara
Karışayım boz bulanık sellere
Adı sanı bilinmedik illere
Gitmeyince gönül yarden ayrılmaz
Ahım kaldı şu gelinin ahdinde
Deremedim güllerini vaktinde
Karanlık gecede kolum altında
Yatmayınca gönül yardan ayrılmaz
Gözüm kaldı şu kaplanın postunda
Azrail de can almağın kasdında
Döne döne teneşirin üstünde
Yunmayınca gönül yarden ayrılmaz
Hadini de Karacaoğlan hadini
Aramazlar gurbet ile gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz.
*
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Daha ne gelecek başıma benim
Eğer sevdiceğim benim olmazsa
Bakın şu didemin yaşına benim
Yüküm kumaştandır satamaz oldum
Cüda bülbül gibi ötemez oldum
Kınaman komşular yatamaz oldum
Giriyor sevdiğim düşüme benim
İkrar verdi ikrarını güdeyim
İkrarsız dilberi ya ben nideyim
Başım alıp diyar diyar gideyim
Düşerse sevdiğim peşime benim
Karacaoğlan yari gördüm ıraktan
Gözlerim dolmuştu kan ağlamaktan
Korkarım sevdiğim zalim felekten
Bir gün ağı katar aşıma benim.
Karacaoğlan'ın semai ve varsağılarından bazıları ise, üçyüz şu kadar yıl sonra bile hâlâ taptaze tertemiz türkçesiyle ezberimizde değiller mi?
İncecikten bir kar yağar Tozar Elif Elif diye Deli gönül abdal olmuş Gezer Elif Elif diye. Elifin uğru nakışlı Yavru balaban bakışlı Yayla çiçeği kokuşlu Kokar Elif Elif diye Elif kaşlarını çatar Gamzesi sineme batar Ak elleri kalem tutar Yazar Elif Elif diye Karacaoğlan emelerin Gönül sevmez değmelerin İliklenmiş düğmelerin Çözer Elif Elif diye.. Gök yüzünde tüten olsam Al benekli keten olsam Yeryüzünde biten olsam Yar boynuna sarsa beni Yar yolunda burma olsam Yedikleri hurma olsam Alçım alçım sürme olsam Yar kaşına sürse beni Karacaoğlan uşak olsam Yar belinde kuşak olsam Bir atlastan döşek olsam Yar altına serse beni.