Oğuz Hâna fütuhatında rehberlik eden, müteaddit hakanlara kâh anne, kâh sütanne cilan Bozkurt hurafesinin Anadolu’da bir izine tesadüf edilemiyişi çok gariptir. Filhakika bu güne kadar, kurdun eski asırdaki kutsiyetinden Anadolu halkı bir an’ane nakletmiyordu.
Kurda dair kinayeler, atasözleri, diğer hayvanlara atfedilenlerden fazla manayi ihtiva etmezdi.
Kurt ismile tesmiye edilmiş tarihî ricale de az tesadüf edildi; Kurt Bey namında ancak bir iki şahıs biliyoruz. Bektaşi menkabelerinde bir kurtana geçiyorsada, bunun meşhur Korkutata olmasını bazi zevat iddia etmektedir. Kurt masalı, kurt kuranı gibi kinayeler, hayvana kutsiyet vermekten uzaktı. Hususile sürü sahibi köylülerle temas edenler biliyor ki, kurda karşı halkta büyük bir kin vardır. Kurt avında muvaffak olan avcılar derisini köylerde gezdirirken, daha doğrusu mükâfat toplarken "Kurt geldi, düşman ğeldi" diye haykırırlar.
Tetkikat için memleketimize gelen bazı ecnebilerin de bu bapta suallerine maruz kaldığımızdan bu mevzu hakkında göz kulak oluyorduk. Geçenlerde Halk Bilgisi tetkikatı için en müsait, en geniş bir saha olduğunda musir buluduğum Yabanabad’a bir seyahat yaptım. Yabanabat kaplıcalarına dair dinlediğim bir efsane Boz kurt an’anesinin bir istitalesi olduğu fikrini bana verdi, naklettiğim alakadar zevatın da teyitlerine itimat ederek Türk Halk Bilgisi ile iştigal eden zevatın tetkikine arzediyorum.
Kese köyile Sipahi köyü yakınındaki kaplıcaların nasıl keşfedildiğini Kese köylü bir kadın, aynen şölye anlattı:
- Çok eski zamanlarda bu hamamlar yoktu, kaynak, bir hayvan izi kadar küçüktü. Bîr gün şu tepenin çamı altındaki yatırların yanından uyuz bir kurt geldi, vücudunda tek bir tel kalmamıştı, kaynağın üzerine yaslandı, sağa sola dönüyordu. Bir kaç gün uyuz kurt buna devam etti, yuvarlana yuyarlana küçük bir göl meydana geldi, kurdun yavaş yavaş tüyleri bitiyor, hastalığı geçiyordu; bir müddet sonra terü taze oldu, ipek gibi tüyleri düzeldi, bir daha kurt gelmedi.
Hikâye buraya geldiği zaman, kadın bir sır tevdi ediyormuş gibi hürmetkar bir vaziyetle hafifçe "bu kurt peygamberlerdendi" dedi. Sonra ne olmuş dedim, kurt masalını genişletmek istiyordum, devam etti:
"- Kurdun buraya geldiğini Sipahi köylü kel bir kız görüyordu. O da kurt gibi gölde yuvarlandı, günlerce başını yıkadı biiznillah ipek gibi saçları geldi, hastalığı geçti. Ondan sonra burasını hamam yaptılar, halk meccanen gelir, yıkanırdı. Bir zaman geldi ki ahaliden para almak istediler, derhal büyük bir yılan peyda oldu, kapıya dikildi, kimse içeriye giremedi, para almaktan vazgeçilmedikçe yılan hamamı terketmedi, nihayet vazgeçildi, yılan da kayboldu, bu hamama onun için Yılanlı hamam derler." dedi
Kadının rivayetince o zamandanberi Sipahi köyünden uşur alınmazmış. Anlaşıldığına göre uşur vermemek bir şerafet ve mümtaziyet alameti olarak halk arasında yaşarmış.
Şimdi nasıl dedim? Deli Durmuş şimdi, cayır cayır yüzer para alıyor, ne kurt çıkıyor, ne yılan geliyor, cevabını verdi.
Yabanabat kaplıcalılarına ait bu hurafede hem ejderhayı, hem kurdu buluyoruz. Selçukilerin sancakları ejderha olduğunu Sadrettini Konevî’nin meşhur Selçuk mersiyesinden anlıyoruz. Bozkurdun efsaneleri de malumdur. Demek ki her iki ungunu hamam efsanesi yaşatmaktadır.
"Halk Bilgisi Derneği" Andolu’nun bu kabil yazılmamış halkiyatı arasında bizim naklettiğimiz efsaneyi tevsi edecek daha kimbilir ne hurafeler keşfeyleyecektir.