Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında 3803 nolu Köy Enstitüleri Kanunu ile köylerde açılan ve mezuniyet süresi 5 yıl olan okullardır. Projenin ana gayesi; tarıma, demir yolu ulaşımına uygun merkezi köyler belirleyerek yine köylülerle birlikte imece usulü bir sistemle okulları inşa edip burada geleceğin maarif sahibi öğretmenlerini yetiştirmekti. Bu gaye birçok emelin ortak paydasıydı. Burada Köy Enstitüleri'nin ana maksadı olarak yalnızca öğretmen yetiştirmek demek sağlıksız olacaktır. Zira "köye yarayan diğer meslek erbabi" yetiştirilmesi de öngörülüyordu. Ancak öğretmenlik ve sağlık memurluğu bölümlerinin dışında herhangi bir bölüm açılamadı.
Cumhuriyetin Ücradaki İlericileri
Bir önceki Kitap Eki sayısında Halkevleri'ni yazmış, Türkiye'nin modernleşme ve muasır medeniyetler refahına ulaşma hedefindeki rolüyle birlikte siyasi durumlarından bahsetmiştim. Bu süreç içerisinde Halkevleri'nin yanı sıra köylerin eğitim temelli kalkınmaları için tasarlanıp hayata geçirilmiş Köy Enstitüleri mevcuttu. Yeni modern toplum ve yeni modern insanın yetiştirilmesi düşüncesi ülkenin iç dinamiklerini harekete geçirdi. Osmanlı'nın dağılmasından sonra cumhuriyetin ilanıyla Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'nın belki de hüküm sürdüğü topraklar içerisinde eğitim seviyesinin en düşük olduğu bir coğrafyada kuruldu. Ülkenin sosyoekonomik ve kültürel gelişimini sağlaması adına birçok program hazırlandı. Bunların temel tasarlayıcılarının başında ise Mustafa Kemal Atatürk geliyordu. Dolayısıyla yapılan programların (ki buna Halkevleri ve Köy Enstitüleri de dâhil) tamamına yakını Kemalist çizgi düşüncesinde geliştirilmiştir. Geçen sayıdaki yazımı okuyanların kolayca hatırlayacağı gibi, Halkevleri'nin kuruluş amacı, Atatürk'ün ve liderliğini yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) temel ilkelerinden biri olan halkçılık prensibinin bir gereği olarak doğmuştur. Bunun siyaseten karşılığı CHP'nin parti programını yurttaşlara bir disiplin içerisinde nakletmesi şeklinde de okunabilir.
Cumhuriyetin toplam nüfusunun %80'i köylerde yaşıyordu. Bu bakımdan parti programının uygulanması, seçimler ve destek aşamalarında yönetilebilir bir toplumun oluşturulması hususundan dolayı son derece önemliydi. Halkevleri'nin resmi neşriyatı olan Ülkü dergisinin editörü Nusret Köymen'in de bu konu ile ilgili dikkat çeken bir saptaması vardır. Köymen, "şehirler her türlü kötülüğün timsaliyken, köy ve köylü en yüce değerlerin temsilcisi ve üretkenliğin simgesiydi. Yine ona göre, köylülerin muhafazakârlığı olasi 'toplumsal salgınlara' karşı bir sigortaydı." açıklamasında bulunuyor. Aynı zamanda bu politika, uluslararası ekonomik ve siyasal beklentiler içinde önem teşkil etmektedir. Demokrat Parti (DP) bu kaygılardan ötürü Halkevleri ve Köy Enstitüleri'ne karşı oldukça kesin ve keskin durmuştur. Ama öncesinde Köy Enstitüleri'nin kuruluş maksadından ve şartlarından bahsetmek gerekir.
Köyler Çiçek Açıyor
Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında 3803 nolu Köy Enstitüleri Kanunu ile köylerde açılan ve mezuniyet süresi 5 yıl olan okullardır. Projenin ana gayesi; tarıma, demir yolu ulaşımına uygun merkezi köyler belirleyerek yine köylülerle birlikte imece usulü bir sistemle okulları inşa edip burada geleceğin maarif sahibi öğretmenlerini yetiştirmekti. Bu gaye birçok emelin ortak paydasıydı. Burada Köy Enstitüleri'nin ana maksadı olarak yalnızca öğretmen yetiştirmek demek sağlıksız olacaktır. Zira "köye yarayan diğer meslek erbabı" yetiştirilmesi de öngörülüyordu. Ancak öğretmenlik ve sağlık memurluğu bölümlerinin dışında herhangi bir bölüm açılamadı.
1935 senesinde Türkiye'de toplam nüfus 16.153.018'dir. Bunun %77,5'i, yani 12.355.376'si köyde yaşamaktadır. Mevcut 40.000 köyün 31.000'inde okul yoktur. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı %92'dir. Köylerde ise bu oran %98'lere kadar çıkmaktadır. (1) Bu dönem içerisinde, köylerin okul ve öğretmen ihtiyacı merkezi hükümetin yetişeceği kapsamda değildi. Kimi köylere şehirden giden öğretmenler kendileri için uygun şartların olmadığı düşüncesiyle kısa bir süre sonra geri dönüyorlardı. Bu durum kimi zaman da köylüler uyum sağlamadığından ötürü erken neticeleniyordu. Yapılan tetkik ve beyanlarda en olumlu, kalıcı yöntem öğretmenleri yetiştirecek ve genişletecek bir projenin uygulanmasıydı. Bu projenin yaratıcılarından biri de İsmail Hakkı Tonguçʻtur. Tonguç yapılan bu proje için müspet bir tespitte bulunur: "Köyün canlanabilmesi köylülerin ve bu temelin üzerinde yaşayan insanların, her şeyden önce doğayı emebilecek insanlar haline gelmeleri ile mümkündür. Bir büyük devlet işi olarak doğa emilemedikçe köy davası halledilemez. O halledilmeyince de işleri sağlam temeller üzerine oturtmak imkânsızdır. Tabiatı emebilmenin birinci şart yeni ve değerli insan tiplerini yaratmaktır. Klasik, aldatıcı yollardan giderek, Avrupa medeniyetinden başka ve köhne bir medeniyetin hayat görüşlerini aşılayan formasyon kurumlarına güvenerek yeni insan tipleri yaratılamaz. Yaratılmaya çalışılsa bile yetişmiş ve çeşitli alışkanlıklara sahip olmuş, bu yüzden durgunlaşmış nesiller, bin bir itina ile yetiştirilmeye uğraşılan bu yeni ve dinamik nesilleri de kendilerine benzeterek yutarlar... Köylü vatandaşlarda Cumhuriyet vatandaşığı şuurunu aksiyon haline gelebilecek şekilde uyandırmak için gereken tedbirleri hızlıca almak, kültüre, hukuka, sanata ilme, bu ana prensiplerin renklerini taşıyan bir karakter vermek ve böylece Türk topraklarının ilmini, sanatını, mоralini, hukukunu ve ekonomisini yaratmaktır..." (2) Aynı zamanda da İlköğretim Genel Müdürü olan Tonguç, devletin köy eğitim planlamasını sunuyor. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ise 17 Nisan 1940 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Köy Enstitüleri Kanunu görüşülürken yaptığı konuşmada bu amacı şöyle açıklar: "Biz Köy Enstitüsünü sadece içerisinde nazari tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi ameli birtakım faaliyetler de bulunulduğu için okul adıyla almadık, enstitü diye isimlendirmeyi muvafik olduk" (TBMM, 1940). Bu anlayışın tezahürü aslında Halkevleri'nin kuruluş maksadının pek dışında tutulamaz. Halkevleri'nde görülen başarı neticesinde Köy Enstitüleri'nin teoriden pratiğe dönüşmesi nispeten daha kolay görünüyordu.
Halkevleri şehirlerde, Köy Enstitüleri kırsalda memleketin temel eğitim, modernleşme ve sanayileşme hedeflerinin bir ürünü olarak hizmet vermiştir. Bu ülküler izahında 21 okul açılmıştır. 12 yıl içerisinde 3 defa yenilenen Köy Enstitüleri müfredatında asıl özü oluşturan müfredat, 1943 yılında programlanan ve uygulanan müfredattır. Bu müfredatla açılan okullarda haftalık 44 saatlik bir ders programı belirlenmiştir. Bu müfredatın 44 saatin 22 saati genel kültür, bilgi ve öğreticilik için öğretmenlik formasyonu, 11 saati el becerileriyle birlikte uygulamalı tarım ve iş bilgisi dersleri kalan 11 saat ise okumayla birlikte güzel sanatlar dersleri olarak belirlenmişti. Aşağıdaki tabloda Köy Enstitülerinin mezunlarının 5 yıllık eğitim içerisinde aldıkları ders ve saatleri sunulmuştur.
| Dersler | Hafta | Ders Seati |
| Kültür dersleri | 114 (haftada 22 saat) | 5060 |
| Ziraat Dersleri ve Çalışmalan | 58 (haftada 11 saat) | 638 |
| Teknik Dersler ve Çalışmalar | 58 (haftada 11 saat) | 638 |
| Beş yıllık sürekli tatiller | 30 | |
| Toplam | 6336 |
Köy Enstitülerinde 5 Yıllık Süre Içerisinde Derslere Ayrılan Zaman (1943 Köy Enstitüleri Programı)
Program incelendiğinde sosyal ve kültürel kalkınmanın temellerinin oluşturulmak istendiği şüphesiz gözüküyor. Belirlenen müfredat içerisinde fevkalade ayrıcalıklı, farklı eğitimler ve yönlendirmeler de mevcuttu. Tarım dersleri her enstitüde aynı içerik ve süreyle verilmiyordu. Bu ayrıcalığı belirleyen durum: yaşamın gereksinimleri, enstitülerin bulundukları bölgelerin iklimine ve tarımsal faaliyet alanlarına yönelik olarak belirlenirdi. Örneğin Beşikdüzü ve Arifiye'de balıkçılık, Cılavuz'da hayvancılık, Aksu'da narenciye ve sebzecilik dersleri belirlenmiştir. Yine folklor ve müzik eğitimleri için de enstitünün bulunduğu coğrafyanın ezgilerinden, yerel kültüründen ve sözlü tarihinden faydalanılmıştır. Bu bakımdan yerel olandan evrensel değerler üretme düşüncesi Köy Enstitüleri'ni halihazırda bile özlenen bir model olarak ayrı kılıyor.
Hasan Ali Yücel’in Aydınlanma ve Kalkınma Projeleri
Bugün birçok insanın tercihi ve başucu kitapları olan "Hasan Âli Yücel Klasikleri" de o dönemde Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Âli Yücel tarafından belirlenmiş, öğrencilere okumaları yönünde bildirimlerde bulunulmuştur. Hasan Ali Yücel liderliğinde Tercüme Bürosu tarafından dilimize nakledilen eserler için Yücel şöyle der: "Garp kültür ve düşüncesinin seçkin bir uzvu olmak dileğinde ve azminde bulunan Cumhuriyetçi Türkiye, medeni dünyanın eski ve yeni fikir mahsullerini kendi diline çevirmek ve bu âlemin duyuş ve düşünüşü ile benliğini kuvvetlendirmek mecburiyetindedir." Yapılan faaliyetler yalnızca belli bir müfredatı işleme yöntemi değildi; aksine öğrencileri yalnızca derslerle değil katılımcı, demokratik bir disiplin içerisinde kolektif çalışma, eleştiri ve özeleştiri, memleket sorunlarına dair görüş alışverişi gibi birçok konu hakkında çalışmalar yapılırdı. Her hafta sonu yapılan bu buluşmalara ilaveten 15 günde bir öğretmen ve öğrenciler süreci değerlendirerek katılımcı bir birliktelikle, beraber toplumsal yaşam ve yönetme modelini de geliştirmişlerdir. Öyle ki bu "beraber yönetme modeli" Köy Enstitüleri'nin bir ilkesi haline gelmiştir. Bu açıdan Köy Enstitüleri, Osmanlı döneminden süre gelen bunun yanında hâlihazırda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra dahi devam eden totaliter yapının bozulmasının somut sonuçlarıni ortaya koymuştur. Enstitülerin açılışlarında beklenen katkı pekâlâ sağlanmıştı. 12 yıllık uygulama döneminde 17.321 köy öğretmeni, 1512 sağlık memuru ve ebe, 8756 eğitmen topluma katkı sağlamış, birçok sanatçı, zanaatkâr, bilim insanı, politikacı, milletvekili, eğitimci, sağlıkçı yetiştirdiği gibi temel eğitim açısından da toplumun gelişmesine katkı sağlamıştır (3). Kurulan 21 enstitü, çevrelerindeki 3-4 ilin merkezine konumlandırılmıştı. Bu sayede her merkez için ayrı ayrı bir işletme ve geliştirme modeli belirlenmişti. Böylece merkezlerin bulunduğu bölgelerdeki yerel sorunlara daha hızlı ve çözüm odaklı bir yaklaşım sergilenebiliyordu. Bu merkezlerin yönetim modelleri içerisindeki anlayışla birlikte ekonomi, demokrasi, üretim, kültürel zenginlik gibi birçok eksik kalınan alanlar o bölgenin dokusallığı ile çözülebiliyordu. Bu bakımdan Köy Enstitüleri için söylenen "aydınlanma ve kalkınma projeleri" söylemi oldukça yerindedir. Köy Enstitüleri'nin müfredatında olan birkaç dersi hafif bir özlem rüzgârı oluşturarak sıralamak istiyorum. Bu sayede neden özlenen bir eğitim modeli olduğu az da olsa ortaya çıkacaktır. Üretici eğitim ortamında oluşan yeni eğitim kültürü değerlerinin kimileri aşağıdaki gibidir: eşineğitim kültürü (karma eğitim), enstitülerde küme düzenlemesi ve küme evleri, öğrencilerin yönetime katılması, yetki ve sorumlulukların paylaşılması, özgür okuma saatleri ve okuma alışkanlığı kültürü, eğlenti günleri ve eğlence kültürü, her sabah müzikli ulusal oyunlar eğitimi ve kültürü, çevre düzenleme ve çevrе kültürü (ağaç kültürü), teknoloji kullanma eğitimi, alışkanlığı ve kültürü, imece ve ekip düzenlemesi, paylaşma ve dayanışma kültürü, iş kültürü, vicdan ve ahlak, tutumluluk alışkanlığı ve kültürü, güzellik eğitimi ve kültürü, güler yüzlü disiplin alışkanlığı (özgüven ve özdenetim kültürü)... Köy Enstitüleri modelinin temeli sağlam, harcı ise akıl ve kolektif çalışmayla iyi karılmış demek uygun olacaktır.
Marshall Planı
Köy Enstitüleri modelinin işleyişi ve temeli dünya üzerinde tekti. Bunun dışında yapılacak tüm çözümlemelerin dayanağı ekonomik koşullardı. Savaştan çıkmış Cumhuriyet'in hâlihazırda kapıda olan II. Dünya Savaşı'na girmesi ekonomik koşullarının darlığı sebebiyle mümkün değildi. Hasan Âli Yücel'in bu sistemdeki bakış açısı oldukça netti. "Bütün derslerle ilgili metotların kökten değişmesi, derslerin içinde iş aracılığıyla öğretilmesi gerekiyordu" (4) Sistemin sürdürebilirliği ve katkısı dönem içerisinde dahi örnek olacak kadar kıymetliydi. Bugün dahi özlenen ve konuşulan bu dönemin sonunu getiren birçok etmen vardı. Köy Enstitüleri'nin kapatılmasını başlatan ana etkenin, CHP'nin 1946 seçimiyle kan kaybetmesiyle DP'nin ivme kazanması olduğu söylenebilir. DP'nin düşünce olarak Köy Enstitüleri'ne karşı olduğu kurulduğu zamanlarda dahi bilinen bir hakikatti. Öyle ki mecliste bu kurumların açılmasına yönelik yapılan oylamada DP milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü aleyhte oy kullandı. 1946 seçimleriyle güçlendikten sonra iç ve dış politikada çok çeşitli yollar izlediler. Türkiye sınırlarındaki Sovyetler'in kuşatmalarından duyulan tedirginlik adeta dış politika için bir esasa dönüştü. Ancak dönemin koşullarında Türkiye, Sovyetler Birliği ile mücadele edecek kuvvette değildi. Bundan ötürü kendi müdafaasını sağlayacak bir güç arayışına girdi. Aslında arayıştan ziyade kabul ettirme yoluna başvurdu. Sovyetler Birliği'ne karşın destek beklenen ülke apaçık ABD'ydi. Fakat ABD'nin Türkiye için bir ittifak ülkesi olması için çeşitli gereksinimlerin hasıl olması gerekiyordu. Örneğin Türkiye'nin sahiden de Sovyetler Birliği tarafından tehdit edildiğinin bununla birlikte Sovyetler'in çeşitli askeri üslerini Türkiye hudutları içerisinde kurma düşüncesi tehlikeleri gibi. Bunlarla birlikte ABD'nin bu durumdan kaygı duyması ise çok olağandı zira İngiltere'de Churchill seçimleri kaybetmiş, İşçi Partisi ezici bir kuvvetle kazanmıştı. İtalya'da iktidarı elinde bulunduran koalisyonun ortağı İtalyan Komünist Partisi'ydi. Yine 'yıkık coğrafya' Fransa'da da Nazilerin yenilgisinden sonra kurulan yeni hükümette sosyalistler bulunuyordu. Yugoslavya ve Bulgaristan'da seçimlerde zafer ilan eden komünizm savunucularıydı. Komünizm dalgası dünyanın her bir yerinde büyüyor ve güçleniyordu. ABD bu büyümeye karşın çeşitli stratejiler geliştirmekten geri kalmıyordu. Türkiye'nin iç-dış politikaları ABD'nin geliştirdiği stratejiler içerisinde yer alıyordu.
İlericilerin Gerici Tasfiyecileri
DP eksik kalanları birçok yöntem ile gidermek için harekete geçmişti bile. ABD'nin yol göstericiliğinde ve beklentileriyle, Türkiye'de sol-sosyalist çizgide olan tüm yapılar, mecmualar, kişiler bir anda hedef haline getirildi. Hatta tertip edilen eylemlerle saldırlar düzenlendi. Tan gazetesi sahibi Zekeriya Sertel ve yeni çıkan Görüşler dergisi imtiyaz sahibi Sabiha Sertel (Zekeriya Sertel'in eşi) hedef gösterilenler arasındaydı. 29 Kasım 1945'te yayın hayatına başlayan Görüşler dergisi o kadar çok yankı uyandırdı ki, dergi ikinci baskıya girdi. Ancak dergi ile alakalı olarak yakınları Sertellere bir duyum iletti. O da şuydu: Görüşler dergisinin kapağındaki Görüşler'in "G" harfi orak ve çekice benzetilmekteydi. Bu duyum Serteller tarafindan dikkate alınmadı. Fakat 4 Aralık 1945 tarihinde pek talihsiz durumlar vuku buldu. İstanbul Üniversitesi önünde çoğunluğu öğrencilerden oluşan telkinli ve tertipli gerici bir grup, "Kahrolsun Komünistler", "Kahrolsun Serteller", "Komünistler Moskova'ya" sloganlarıyla Tan gazetesi ve Görüşler dergisinin basım bürosuna giderek ortalığı talan etti. Bununla yetinmeyen gerici grup dönemin sosyalist yayınlarından olan Yeni Dünya gazetesinin bürosuna da saldırdı. Başlangıcı bu saldırılar olan hareketin devamında yaratılan cadı avından kaçan Sabahattin Ali tam olarak aydınlatılamayan bir cinayetle katledilir. Bu tasarlı saldırılardan payını alan bir diğer isim ise Hasan Âli Yücel'di. Burada enteresan olan bir husus var: 1946 seçimlerinde CHP büyük bir çoğunlukla seçimi kazanır ve DP de 395 mebusa karşı 66 mebus sandalyesi alır parlamentoda. Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de çok partili döneme geçilmiş olur. İsmet İnönü önderliğinde hükümet kurulurken Milli Eğitim Bakanlığı'na, DP'nin de istediği isim olan Reşat Şemsettin Sirer getirilir. İnönü'nün Yücel yerine Sirer'i seçmesindeki temel maksat, CHP'ye karşı geliştirilecek bir muhalefet hareketini engellemek için muhalefetin ilgi duyacağı kişilere üst mevki vazifeler vererek onları engellemekti. Bu vesileyle ve ülkedeki iç-dış politika dinamiklerinin baskısıyla Köy Enstitüleri'nin tasfiye işlemleri başlatıldı. DP kadar CHP içerisinde de aleni bir biçimde Köy Enstitüleri'nin açılmasına karşı olan ve kapatılmasından yana olan politikacılar vardı. Bu kişilerin en başında da Kazım Karabekir gelmektedir. Bununla da yetinilmedi elbette. Yücel yerine göreve getirilen Reşat Şemsettin Sirer bu tasfiyenin başrolünde görev aldı. Bu göreve kimi CHP'li vekiller de katkı sunmaktan geri durmadılar. Köy Enstitüleri'nin köy okullarına çevrilmesiyle öğretmenlere tanınan toprak alımında kolaylaştırıcı sebepler kaldırılmış, okullara gönderilen ekipmanların geri alınması CHP tarafından çıkarılan kanunla uygulamıştır. Karma öğrenci sistemi bozulmuş, ders dışı etkinlikler sınırlandırılmış, kütüphanelerde bulunan dünya klasikleri ve bazı çeviri yayınları yakılarak hiç edilmiştir. 1948 yılına gelindiğinde ise müfredat değiştirilerek Köy Enstitüleri'nin tüm ayırt edici özellikleri kaldırılmıştı. Sağ, muhafazakâr cenah dünya klasikleri arasında yalnızca Rus edebiyatının olduğunu dolayısıyla enstitülerin komünizmi teşvik ettiğini yüksek sesle dile getirmişlerdir. Türkiye, hem olası bir savaşa karşın hem de iktidar ve ortaklarının ekonomik zorluklar içerisinde borç para alabilmesi için ABD'nin Marshall planı kapsamında istediklerini yerine getirdi. Tüm bu süreçlerle birlikte ve kuvvetle muhtemel Türkiye'nin gelecek nesilleri üzerindeki hakkı alınmış, toplumsal yapının iyileştirilmesi engellenmiş, yeni insan yetiştirme tutkusu köreltilmiş, muasır medeniyetler seviyesine yükselme arzusu eksik bırakılmıştır.
Nihai olarak 17 Nisan 1940 yılında Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel sevkinde açılan Köy Enstitüleri, 27 Ocak 1954 yılında Demokrat Parti iktidarında, Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanlığı görevindeyken kapatılmıştır.
Kaynakçа
1. Köy Enstitüleri ve İsmayıl H. Baltacıoğlu'nun Değerlendirmeleri - Kemal Aytaç
2. İ. H. Tonguc, http://www.koyenstituleri.de/ke_t/2005_t/cankoey_1.htm, Ankara:/Etlik 20, 1939
3. Hülya Biçicioğlu, Berrin Gürsoy ve Hacer Hancı, Kuruluşunun 70. Yılında Bir Toplumsal Değişim Projesi Olarak Köy Enstitüleri Sempozyumu, s. 163.
4. Hasan Ali Yücel - Köy Enstitüleri Yasası Görüşmeleri - 17 Nisan 1940 TBMM Tutanakları