I.
Saygıdeğer konuklar,
Değerli meslektaşlarım,
Burada gerçekleşmesini sağladığımız bu sempozyum, büyük bir çoğunluğun ortaöğretim yıllarından başlayarak coğrafya bilgisine duyduğumuz ‘açık güvenin’ dışında bir algı ve entelektüel bilginin zemininde şekilleniyor. Zira, Doğu, Batı, Doğulu ve Batılı kavramları; bundan yüzyıl, iki yüzyıl önce olduğundan daha ihtiyatla ele alınması, üzerinde konuşulması gereken kavramlar. Çünkü bu kavramlar üzerinden, bizlerin yaşadığı coğrafyada olduğu gibi, dünyanın başka coğrafyalarında da edebi, kültürel, askeri, ekonomik, siyasi çıkarlara göre bir dolu tartışma ve hatta çatışma yapıldı, yapılmakta ve görünen o ki yapılacaktır da.
Biz, edebiyatçı ve edebiyatbilimciler olarak, dinleyeceğiniz ve sonrasında da okuma olanağı bulacağınız bildirilerden/konuşmalardan da anlayacağınız üzere, bu denli komplike bir başlığın içerisinde; elbette haddimizi bilerek, tartışmasız iki büyük edebiyat dünyasının: Türk ve Rus edebiyatlarının biribirleriyle örtüşen yanlarına, etkinliğimize başlık oluşturan kavramlar ekseninde oluşturulan auraya dikkat çekmeye çalışacağız.
Çünkü edebiyat yapıtları doğrudan yaşamadığımız muhtelif dönemleri anlamanın yanında, bugün yaşadıklarımızı anlamlandırmak bakımından da bizi aydınlatan ve elbette bütün karmaşıklığı içerisinde hayatta olanlar karşısında donatan bir özelliğe sahiptir. Bizi böylesi kavramlar üzerinde konuşmaya cesaretlendiren de Tolstoy, Turgenyev, Maksim Gorki, Lermantov, Dostoyevski, Puşkin, Anton Çehov, Bakunin, Çernişevski, Aytmatov, Muhtar Şahanov, Yunus Emre, Mevlana, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Sait Faik, Orhan Kemal, Enver Gökçe, Tanpınar, Yaşar Kemal, Sezai Karakoç, Ahmed Arif, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Orhan Pamuk ve sayamadığım daha bir nice ustanın var ettikleri estetik/sanatsal birikimdir.
Bu yaşlı dünyada, edebiyat yapıtlarının komşu dillere aktarımı, öyle uzun bir tarihe dayanmaz. Batı dillerinden Türkçe'ye aktarılan yapıtların geçmişi 17. yüzyıla, yani Katip Çelebi'nin (1609-1657) çabalarına dayanıyor. Sonrasında özellikle astronomi, tıp, matematik, coğrafya gibi fen bilimlerine dair kitapların çevrildiğine tanık oluyoruz.
Batı dillerinden tarih alanında yapılan ilk çevirilerin ise Şuvalov'un Rus Memleketi Tarihi (1857) ile Rus Muharebesi Tarihi (1858) adlı kitaplar olduğu, dolayısıyla Türkçeye çevirilere önce Rusya tarihiyle başlandığı belirtilir (Habib, 1985:599, aktaran: Aykut, 2006:2). Bir parantez açıp şu bilgiyi de paylaşayım ki kaynaklarımızda Şuvalov tarihi adıyla belirtilen bu kitapları gerçekte, Kont Şuvalov değil, Voltaire yazmıştır. (Aykut, 2006).
Ülkemizde Rusça'dan çevrilen ilk edebi yapıt, St. Petersburg'ta eğitim görmüş, yirmi yaşında Rusya'dan Türkiye'ye göç ettikten sonra da Mektebi Mülkiye’de bir süre tarih dersler okutmuş olan Mizancı Mehmed Murad'ın 1884 yılında Griboyevdov'un Akıldan Bela adlı oyununu Türkçeye kazandırmasıyla başlar ve 19. Yüzyıl boyunca, günün koşulları; savaşlar, ekonomik çalkantılar, basım ve yayım alanındaki imkansızlar, sansür dikkate alındığında küçümsenmeyecek bir toplama ulaşarak süregelir. 19. Yüzyıl Rus edebiyatının Türkçeye kazandırılması sözünü etmişken iki ismi özellikle anmak isterim: Ahmet Mithat ve Kazan valisinin eşi Türkolog Olga Sergeyevna Lebedeva nam-ı diğer Madam Gülnar... Zira, 1889 yılında Stockholm'da düzenlenen 8. Uluslararası Doğu Bilimcileri Kongresi'nde tanışmaları neticesinde Ahmet Mithat'ın Lebedeva'yı İstanbul'a davetiyle başlayan bu girişim, özellikle Rus edebiyatının iki büyük ustası, Puşkin ve Lev Tolstoy'un yapıtlarıyla Türkiyeli okurun buluşmasını sağlamıştır.
Çeviri çabalarıyla başlayan bu etkileşim ikliminde bir noktaya daha dikkat çekmek isterim: Rus edebiyatından Türkçeye yapılan çevirilerin (kimileri Fransızca üzerinden olmakla birlikte) doğrudan edebiyat aktörleri tarafından yapılıyor olmasıdır. Bu çok anlamlıdır çünkü, yaratıcı bir yazarın edebiyat yapıtını kavrama ve onu anadiline aktarma gayreti, henüz günümüzdeki gibi profesyonel anlamda çevirmen azlığının gerçekliği düşünüldüğünde önemli gelmektedir. Örneğin Ahmed Rasim Abrdullah Cevdet, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Muhip Diranas, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdat Anday ve Reşat Nuri Güntekin'in çabaları yabana atılmamalıdır.
II.
Bu sempozyum dolayısıyla Türkiye'de Rus edebiyatının algılanmasıyla ilgili bir hususa daha değinmek istiyorum; bu söyleyeceklerim biraz da benim öncüllerimin ve kuşağımın durduğu yerle de bağıntılı.
Türk-Rus edebiyatı tartışma/değerlendirme ve anlama zeminini iki bakımdan ilişkilendirmek mümkün. Birincisi, özellikle 18. yüzyıl Batılılaşma bir diğer deyişle "yenileşme" hareketlerinin boy verdiği, Tanzimat, I. ve II. Meşrutiyet dönemleriyle şekillenen düşünce atmosferi içerisinde Rus edebiyatı tercümelerinin oluşturmuş olduğu iklim ki bunun içerisinde yirminci yüzyıl başlarında Bolşevik ihtilali ile birlikte özellikle İstanbul'a yerleşen ve yaklaşık sayıları 200.000 dolayında olan Türkiye'deki adlandırmasıyla Beyaz Rusların etkisini unutmamak gerek.
İkincisi ise, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dönemidir ki kimi kavramlar iç içe geçmiş, yazarların rolleri değişmiş ve deyim yerindeyse siyasi bir okuma penceresinden edebiyat dünyası şekillenmeye başlamıştır. Ve böyle bir süreçte biz toplu olarak bir Sovyet edebiyatı içerisinde Cengiz Aytmatov'u Avezov'u, Gorki'yi, Şolohov'u, Turgenyev'i, ve hatta Dostoyevski, Tolstoy gibi adları da kaba bir yaklaşımla, yan yana okuma fukaralığına düşmüşüzdür.
Ama özellikle vurgulamam gerekir ki, bugün Türkiye'de hayata temas eden, zengin bir edebiyat damarından söz edebiliyorsak, bunda coğrafyamızın çoksesli, çok kültürlü zenginliğiyle birlikte bir birikim olarak Rus edebiyatının da payı vardır.
III.
Bu etkinliğin uzun bir hikayesi var. Bundan 4 yıl önce sevgili Doç. Dr. Apollanira Avruntu ile yazışmalarımızda, St. Petersburg'ta bir edebiyat buluşmasının anlamlı olacağı fikrini tartıştık. Tarihler belirlemeye çalıştık, adlar düşündük... Niyetlenmiştik bir kez... Kısmet bugüneymiş. Bu güzel gayretleri, karşılığı ödenemez emekleri için kendisine ve ekip arkadaşlarına bir kez de huzurlarınızda teşekkür ediyorum.